Çarşamba açıklanan Fed kararı beklenenden şahin geldi. Fed aralıkta faiz artırımına yeşil ışık yaktı. Her ne kadar enflasyon temmuz toplantısından sonra düşerek yüzde 1.4’e dayansa da Fed üyelerinin çoğunluğu seneyi bir tane daha faiz artırımıyla bitireceklerini düşünüyor.
Fed, enflasyondaki düşüş ivmesinin kasırgalar sonrası yükselen petrol fiyatlarıyla dengeleneceğini düşünerek 2017 manşet enflasyon tahminine dokunmamış. Ancak çekirdek enflasyon tahmini yüzde 1.5’e çekilmiş. Buna rağmen aralıkta bir faiz artırımı daha sinyalinin verilmesi bence risk. Çünkü 1.5’teki enflasyon eğer bir parça daha inerse enflasyon beklentilerinde telafisi oldukça güç bir bozulma oluşabilir ki bu da enflasyonu daha aşağı çeker.
Enflasyon..
Başkan Yellen basın toplantısında enflasyon konusunda önemli bir endişeyi dillendirdi. Bu seneye kadar enflasyonun düşük kalmasının altında yatan gerekçeleri görebildiklerini ama bu sene enflasyonun neden hâlâ yükselmediğine dair tatmin edici bir açıklamalarının olmadığını belirtti. Fed’in tepesindeki isim için bu önemli bir itiraf. Para politikasının uygulamada neden pürüzsüz gitmediğine güzel bir örnek.
Toplantıda Yellen’e yöneltilen soru şuydu: Üç ay öncesiyle
Bu haftaki iki önemli veri, yüzde 5.1’lik ikinci çeyrek büyüme rakamı ve Merkez Bankası’nın faiz kararı oldu. Bu veriler birbiriyle yakından ilintili. Çünkü büyüme rakamı bir ülkenin potansiyeline göre ne noktada olduğunu gösteriyor. Para politikası da ülkeyi potansiyel büyüme seviyesine getirerek fiyat istikrarı sağlamayı amaçlıyor. Çünkü potansiyel büyüme oranı tanım gereği enflasyonist baskı yaratmayan büyüme oranını gösteriyor. Türkiye’de ise büyük resmi görüp ona göre bir değerlendirme yapmak biraz sıkıntılı. Neden mi?
Öncelikle Türkiye’de kur kaynaklı ciddi bir maliyet enflasyonu var. Ayrıca, yıllardır düşürülemeyen enflasyonun yarattığı yapışkan bir beklenti etkisi var. Bu ikisi yüzünden talep düşük bile olsa enflasyonist baskı oluşacağı için sıkı para politikası gerekiyor.
Enflasyonun ikinci boyutu ise talep boyutu. Bir ülkede büyüme rakamı potansiyelin üzerine çıkarsa talep kaynaklı enflasyonist baskı oluşur. Türkiye’deki enflasyonun ne kadarının talepten kaynaklandığını tespit edebilmek için öncelikle potansiyel büyümenin nerede olduğunu bilmemiz lazım.
Potansiyel nerede?
Potansiyel büyüme ülkenin uzun vadeli büyüme kapasitesini gösteriyor. GSYH serisi revize edilmeden önce
Hafta içinde açıklanan ağustos ayı enflasyon rakamı senelik enflasyonu yüzde 10.7’ye yükseltti. Fikir vermesi amacıyla, enflasyonun yılın geriye kalan aylarında son beş yılın ortalamasında geleceğini varsayarsak, seneyi yüzde 10 gibi bir rakamla tamamlamamız gerekiyor. Ancak geriye kalan aylardan özellikle eylül ve aralık aylarında yıldan yıla oldukça oynak bir enflasyon tablosu gözlemliyoruz. Bu da ortalamalara göre tahmin yapabilmeyi güçleştiriyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın, enflasyonda durum iç açıcı değil. Çift haneye ulaşan enflasyon, bedelini başta sabit gelir grupları olmak üzere tüm ekonomide hissettiriyor. Gelir dağılımı bozuluyor, belirsizlik artıyor, bu belirsizlik yatırım iştahını azaltıyor. Enflasyonun yüksek olduğu bir ortam uzun vadeli TL cinsi borç vermeyi kârlı olmaktan çıkarıyor. Çünkü borç veren parasını geri aldığında eline geçecek reel faizden emin olamıyor. Bu durum dış borç ihtiyacını tetikleyerek kırılganlıkları yükseltiyor. Dış borcun büyümesi ise kur hassasiyetini artırarak enflasyonla mücadelede Merkez Bankası’nın esnekliğini azaltıyor. Yani bir kısır döngü oluşuyor.
Merkez ne yapıyor?
Enflasyon ekonomi için bu kadar kötü ise o zaman neden tolere
2007 krizi sonrası sıra dışı politikalarla ekonomiyi canlandırmaya çalışan Fed dünyanın dört bir yanından eleştiri aldı. Sırf ABD içindeki siyasetçilerin eleştirilerine baktığımızda 2008-2017 döneminde siyasetçiler Fed’i tam 120 kez para politikasını sıkılaştırması gerektiği konusunda uyarmış. Buna karşılık 34 kez de daha gevşek politika uygulaması gerektiği vurgulanmış. Bu sayılar Türkiye gibi Merkez Bankası’nın siyasetçiler tarafından sık eleştirildiği bir kültürde büyük gelmeyebilir. Ancak kriz öncesi 2002-2007 döneminde topu topu 4 siyasi eleştiri olduğu göz önünde bulundurulduğunda Fed’e yönelik eleştirilerin son dönemdeki çarpıcı artışı ortaya çıkıyor. Velhasıl, yaptığımız analiz Fed’in bu eleştirilere kulak asmadığı ve doğru bildiği yoldan şaşmadığı sonucunu veriyor.
Fed’i eleştirenler sadece siyasetçiler değil. Finansal piyasa gündeminden hiç düşmeyen Fed, piyasa yorumcularının da popüler tartışma ve eleştiri konusu. Bana gelince, kriz sonrası dönemdeki Fed politikalarını eleştirmekten ziyade anlamak benim için hep öncelik oldu. Fed’i eleştirmek bence kolay iş değil. Çünkü ne Fed’in elindeki veri setine, ne o veri setini modelleyecek olan ABD’nin en becerikli
Bu haftanın para politikası açısından en önemli gelişmesi Türkiye saatiyle perşembe akşamı başlayacak ve üç gün sürecek olan Jackson Hole sempozyumu olacak. Kansas Fed tarafından her yıl düzenlenen bu çok prestijli sempozyumun bu seneki teması “Dinamik Küresel Ekonominin Desteklenmesi” olacak.
Sempozyumda merkez bankası başkanlarından ekonomi ve finanstan sorumlu bakanlara, kıdemli akademisyenlerden finansal piyasa oyuncularına kadar geniş bir yelpazeden katılımcı yer alıyor. Ancak piyasaların asıl merak ettiği, burada yapılan zengin ekonomik tartışmalardan ziyade, merkez bankası başkanlarının para politikasıyla ilgili bir sinyal verip vermeyeceği olacak.
Ağustos ayında bir Fed toplantısı olmadığı için Jackson Hole etkinliği Fed başkanlarına temmuzdaki toplantı sonrası yeniden mesaj verme fırsatı sunuyor. Özellikle de finansal şartların hızla değiştiği 2007 krizi sonrası dönemde Bernanke’nin Jackson Hole’ı etkili bir iletişim platformu olarak kullandığına ve önemli mesajlar verdiğine şahit olduk. 2010 yılındaki konuşmasında ikinci miktarsal genişlemenin (QE2) yolda olduğu yolunda ipuçları veren Bernanke, bir sonraki sene “Operation Twist” diye adlandırılan kısa vadeli tahvil satıp
Fed tutanakları toplantıdan iki hafta sonra açıklanıyor. Tutanakların açıklanma sebebi, alınan para politikası kararları hakkında kapalı kapılar arkasında yapılan tartışmalara ışık tutmak. Bununla birlikte, tutanakların toplantıdan daha geç yayımlanmasının sebebi piyasada oluşabilecek oynaklığı engellemek.
Hafta içinde yayınlanan temmuz ayı Fed tutanakları bir süreden beri filizlenen enflasyon endişelerinin altını çizdi. Hatırlanacağı gibi temmuz ayındaki toplantı metninde ufak bir değişikliğe giden Fed enflasyonun düştüğüne dair vurguyu güçlendirmişti.
Tutanaklarda kanımca en kritik bilgilerden biri Fed çalışanlarının enflasyon tahminlerinin hafif aşağı doğru revize edilmesiydi. FOMC’nin bu sene için enflasyon beklentisi haziran itibarıyla yüzde 1.6. Dolayısıyla, eğer bu rakam aşağı doğru revize edilirse Fed’in yüzde 2’lik hedefinden ciddi bir uzaklaşma söz konusu olabilir ki bu da aralık ayında beklenen üçüncü faiz artırımını tehlikeye sokar.
Şekilde Fed’in yüzde 2’lik hedef belirlediği PCE enflasyonu serisinin 2012 sonrası izlediği seyir görünüyor. Son dönemde görülen aşağı yönlü trend bu şekilde net bir şekilde ortaya çıkıyor. Üstüne üstlük tutanakların tartışıldığı temmuz
Para ve Bankacılık dersinin girişinde öğrencilere finansal piyasaların ve bankacılığın günlük hayatı nasıl etkilediğini anlatırız. Bankalar tasarrufları yatırımlara kanalize etmek yoluyla ekonominin çarklarını döndürür. Ama bu büyük resmin ötesinde sokaktaki insanın refah seviyesini doğrudan etkiler. Finansal sistemi gelişmiş, enflasyonu düşük, hukuk sistemi sağlam olan ülkelerde daha uzun vadeli, daha düşük faizli ve daha az teminatlı kredi alabilirsiniz. Örneğin, ABD’de bir genç üniversiteden mezun olup işe girdikten kısa bir süre sonra 30 senelik krediyle evini alıp, kira öder gibi ev sahibi olabilir. Bizde ise ev sahibi olmak yılların birikimini gerektirir. Yani iyi oturmuş bir bankacılık sistemi bireyi bekletmeden, gelecekteki gelirinden borç alarak harcamalarını zamana yaymaya izin verir.
Türkiye’de bankacılık sistemi 2001 krizi sonrası önemli bir dönüşüm geçirdi. Benzer bir kriz yaşanmaması için sistem sıkı bir denetime tabi oldu. IMF ile imzalanan stand-by anlaşması, Derviş döneminde uygulamaya konulan yapısal reformların devam ettirilmesi, AB ile müzakere sürecinin hızlanması doğrudan yabancı yatırımları hızlandırdı. Bu yatırımlar özellikle bankacılık sektörüne aktı.
Sene başından beri sürdürülmekte olan gevşek maliye politikasının bütçede olan izleri görülmeye başladı. Bütçede açık olması, harcamaların gelirden fazla olması anlamına geliyor. Ekonomiyi canlandırmak için bir yandan teşvik ve harcamalar artarken, bir yandan da gelir kaynağı olan vergi indirimleri yapılınca bütçe açığı artıyor. Mesela, geçen senenin ilk 6 ayında 1 milyar TL kadar fazla veren bütçenin bu senenin aynı döneminde 25 milyar TL açığa geçmesi sorunun büyüklüğünü gözler önüne seriyor.
Ekonomik yavaşlama olan bir dönemde genişlemeci politika uygulanarak ekonomiye ivme kazandırılması yaygın bir uygulama. Burada önemli olan, yapılan harcamaların ve verilen teşviklerin belli bir plan dahilinde üretkenliğin en yüksek olduğu sektörleri canlandırmak için kullanılması. Ancak o zaman bütçede verilen açığın kısa sürede kapanmasına imkân sağlayacak bir büyüme ivmesi kazanılabilir.
Bütçe dengesindeki hızlı bozulma gündemin para politikasından maliye politikasına kaymasına sebep oldu. Bu durum Türkiye gibi uzun yıllar bütçe disiplinini korumuş bir ülke için doğal bir gelişme elbette. Bununla birlikte para politikasının asla yabana atılmaması gerektiğini düşünüyorum. Neden mi?
Türkiye