Hafta sonunda Ankara’da alınan bir dizi beklenmedik karar, Türkiye’nin dış ilişkilerinde yeni sıkıntılı durumlar yaratmış bulunuyor.
Etkilerini uluslararası alanda da hemen hissettiren bu olayların başında, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, HDP’nin kapatılmasına yönelik işlem, Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirilmesi gibi çarpıcı kararlar geliyor.
Dış ilişkiler açısından en çok ses veren, ters tepkilere yol açan olay, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıdır. Bu sürpriz karara, Türk hükümetinin iç ve dış politikalarında yeni bir yönelimin işareti olarak bakılıyor ve bunun pratikte Erdoğan iktidarının son zamanlarda siyasal ve ekonomik reformlarla ilgili açıkladığı planlara ve hedeflere ters düşmekte olduğu sonucu çıkarılıyor.
Aslında bu son kararların zamanlaması, bu konuda içeride olduğu kadar dışarıda da bazı kuşkular yaratmış bulunuyor. Son zamanlarda hükümetin reform programından İnsan Hakları Eylem Planı’na kadar açıkladığı yeni hedefler, ayrıca dış politikada AB ile ilişkilerde yeni bir başlangıç için attığı adımlar, Ege ve Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıkların halline yönelik giriştiği diplomatik çabalar gerçekten yeni umutlar yaratmış görünüyordu. O kadar ki bu hafta yapılacak AB zirvesinde daha önce planlanan Türkiye aleyhindeki yaptırım kararının gündemden çıkarılması dahi söz konusu oldu.
Ankara’nın son kararları Batı başkentlerinde zihinleri karıştırdı, havayı da bozdu.
Çekilmenin anlamı
Hükümetin siyasette ve ekonomide önemli değişiklikler vaat ettiği bir ortamda, hafta sonunda açıkladığı kararlar gerçekten şaşırtıcı olmuştur.
Özellikle İstanbul Sözleşmesi, bu iktidarın 2011’den beri önemsediği, üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nde bunun ilk destekçilerinden biri olduğu, Büyük Millet Meclisi’nin de 2014’te oy birliğiyle onayladığı bir insan hakları belgesidir. Bazı muhafazakâr çevrelerin baskısıyla kadın haklarını koruyan bu sözleşmeden vazgeçilmesi bir çelişki oluşturuyor. Hele kadınlara karşı şiddetin tehlikeli şekilde arttığı bir zamanda...
Tabii ki Türkiye’de bu tür suçlara karşı yasalar vardır. Nitekim sözleşmeye karşı öne sürülen başlıca argüman da Türkiye’nin kendi hukuk sisteminin ve medeniyetinin bu ihtiyacı karşıladığı yönündedir. Hatta bu tezi savunanlar, “Batı’nın bize yabancı olan değerlerine ihtiyacımız yoktur, onların dayatmalarına karşıyız, bizim kültürümüz, geleneklerimiz yeterlidir” şeklindedir.
Bu konuda sadece dış ülkelerde değil, Türkiye’de de birçok siyaset bilimcisi ve analist bu görüşün sözleşmeden çekilme kararına yol açmış olmasını “yeni bir trend” olarak görüyor. Yani, bu “trend”e göre, Türkiye’ye insan hakları gibi konularda kendi değerleri yeter, dışarıdan bir beklentisi yoktur, hele “batıl” sayılan Batı’dan uzak kalmasında yarar vardır.
Bu düşünceye ve bu yöndeki kararlara tabii çok tepkiler geliyor. Nitekim Avrupa Konseyi’nden Avrupa Birliği’ne, Birleşmiş Milletler’den ABD’ye (hem de Biden düzeyinde) kadar, gelen tepkiler dış dünyanın bu konuda Ankara’ya karşı nasıl bir tavır aldığını gösteriyor.
Bundan sonrası
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iç politika ve hukuk açısından tartışmaları devam ededursun, biz burada her zamanki gibi olayın dış ilişkiler alanındaki yansımalarını incelediğimizde, bunun Türkiye’nin uluslararası güvenirliğini ve imajını olumsuz etkilediğini görüyoruz.
Bu objektif tespitten sonra, nasıl hareket edilmesi gerektiği de bir tercih konusudur. Ya “Dışarıda kim ne derse desin” düşüncesiyle sözleşmeden çekilmeden sonra aynı yola devam edilir ya da olup bitenlerin bir muhasebesi yapılarak ve reform hedefler esas alınarak gereken ayarlamalar yapılır.
Hafta sonunda alınan siyasal ve ekonomik kararlar böyle zor bir durum yaratmış bulunuyor.