Bir ülkenin tarihinde en feci olay, gözde kentlerinden birinin kendi devlet güçleri tarafından bombalanıp tahrip edilmesidir.
Şu sırada Halep’in başına gelen felaket bu...
Suriye’nin bu tarihi kenti birkaç gündür karadan tanklarla, toplarla, havadan da helikopterlerle amansızca dövülüyor. Bir düşman ülke değil, bizzat kendi ordusu tarafından...
Bu, Suriye’de halk hareketinin 17 ay önce başlamasından bu yana yaşanan en büyük trajedi.
Son üç gün içinde, 2.5 milyon nüfuslu kentten 200 bin kişi kaçmayı başarmış. Kalanlar ölüm-kalım mücadelesi veriyor. Yiyecek, içecek yok. Hastanelerde artık yaralılara yer bulunamıyor. Sokaklar enkaz yığını halinde...
Esad’a bağlı ordu birliklerinin hedefi, kentin kenar mahallelerine hâkim olan ve hafif silahlarla direnen isyancılar olmakla beraber tanklarla, toplarla, helikopterlerle girişilen bu “büyük taarruz” topyekzn bir yıkıma dönüşüyor. Sonuçta sadece savaşanlar değil, siviller de ölüyor, bütün kent halkı bunun cefasını çekiyor...
Ve ne yazık ki, bu insanlık dramı -TV ekranlarına yansıyan görüntüleriyle- bütün dünya tarafından sadece seyredilmekle kalıyor.
Bugünlerde Suriye’deki olaylar -özellikle şimdi Kürt boyutu ile- zihinleri o kadar meşgul ediyor ki, başka konulara pek sıra gelmiyor.
Başbakan Erdoğan ile “Kanal 24”ün yaptığı röportajın büyük kısmı da haliyle Suriye’deki yeni durum üzerinde odaklanmıştı. Başbakan’ın özellikle Kuzey Suriye’deki Kürt oluşumu ile ilgili söyledikleri, gazetelerde manşet oldu ve Türkiye’de yeni hararetli tartışmalar başlattı.
Ancak aynı programda Erdoğan’ın AB konusundaki soruları yanıtlarken söyledikleri, gözden kaçtı. Gazetecilik açısından bu normal. Suriye alevler içindeyken ve bu ateş Türk sınırına dayanırken, aslında Türk kamuoyunun gündeminden düşmüş olan ve artık heyecan yaratmayan AB ile ilişkiler konusu ile kim ilgilenir ki?..
Ancak Başbakan’ın AB konusunda söyledikleri, şaka yolu ile de olsa, ciddiye alınmaya değer.
Başbakan bu bölümün başında, AB’nin Türkiye’ye karşı tutumuna karşı duyduğu düş kırıklığını ve öfkeyi ifade etti, açıkça isim vererek Sarkozy ve Merkel’in “baltalayıcı” rolünü kınadı ve bu işin nereye varabileceğini anlatmak için taze bir anısını şu sözlerle aktardı: “Geçenlerde Rusya seyahatinde Putin’e şöyle bir latife yaptım. Dedim ki, zaman zaman bize
Baştaki senaryolar iyimserdi: Suriye’deki halk hareketi eninde sonunda Esad diktatörlüğünü devirecek, ülkeye özgürlük ve demokrasiyi getirecekti...
Bu belki Suriye’de, Arap Baharı’na sahne olan diğer ülkelere göre biraz daha zor -ve daha kanlı- bir süreçten sonra gerçekleşecekti. Beşar Esad, içteki ve dıştaki destekçileri sayesinde daha uzun bir süre direnecekti. Ama buna karşılık sokak gösterileriyle başlayan halk hareketi genişleyecek, ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesi noktasında Esad yönetimi pes edecekti...
Türkiye de Suriye stratejisini bu senaryoya göre belirleyen ülkelerden biriydi.
Ankara Esad’dan umudu kesince, güney komşusundaki olayları bu senaryo doğrultusunda aktif olarak yönlendirmeye çalıştı. AK Parti hükümeti sadece Şam diktatörüne ve uyguladığı şiddet ve zulme karşı “ilkesel” ve “vicdani” bir tavır almakla kalmadı, aynı zamanda muhalefeti ve direnişi organize etmeyi de üstlendi, yani fiilen bu meselede “taraf” olmayı göze aldı.
* * *
Suriye’de çatışmaların bir iç savaşa doğru ilerlediği, ayrıca meselenin uluslararası boyutlar almaya başladığı noktada, baştaki senaryonun artık bir hayalden ibaret olduğu görüldü. Açıkçası durum tespitinde ve
Suriye krizi artık Türkiye’yi doğrudan etkileyen ve sıkıntıya sokan bir mesele oldu.
Son gelişmeler Türkiye için bu aşamada dört alanda yeni tehlikeler yaratmış durumda.
Birincisi, sınır güvenliği ile ilgili.
Son günlerde kızışan çarpışmalar sonucunda, Türk-Suriye sınırının önemli bir kısmı, artık Esad karşıtı güçlerin kontrolünde. Birçok sınır karakolları şimdi Özgür Suriye Ordusu mensuplarının elinde.
Ancak bölgede ateş kesilmiş değil. Kent ve kasabalarda Esad’a bağlı ordu birliklerinin varlığı -ve dolayısıyla bombardımanlar- devam ediyor.
Esad rejiminin akıbeti belli olmadan, sınır bölgesindeki istikrarsızlık devam edecek. Bu da Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bu uzun sınır boyunca hazırlıklı olmaya zorluyor.
Sınır bölgesindeki güvenlik sorunu, son günlerde Türk TIR’larına karşı girişilen saldırılarla iyice ortaya çıktı. Resmi ağızların dediği gibi bu olayların sorumluları kaçakçılar, çapulcular olabilir. Ama gerçek şu ki, bu sınır bölgesi artık güvenli ve huzurlu değil. Nitekim bu yüzden daha yakın geçmişe kadar çok hareketli olan bu bölge ile şimdi her türlü temas kesilmiş durumda...
Terörist değil. Daha önce suç işlememiş. Bir trafik cezası dışında sicili temiz... Üniversitede parlak bir öğrenci. Nörokimya üzerinde doktora çalışması yapıyor...
24 yaşındaki James Holmes, işte böyle bir genç.
Ne oldu ise geçen cuma gecesi, Colorado eyaletinin Aurora kentinde, Batman dizisinin “Kara Şövalye Yükseliyor” başlıklı filminin galası sırasında oldu...
Çelik yelekli, silahlı James Holmes, sinemanın kapısını zorlayarak salona giriyor ve o sırada karanlıkta yeni gerilim filmini heyecanla seyreden kadın, erkek, çocuk, seyircilerin üzerine yaylım ateşi açıyor...
Filmdeki şiddeti aşan bir dehşet tablosu... Anında can verenler, yaralananlar, kendilerini dışarıya atmaya uğraşanlar...
Katliamın bilançosu: 12 ölü, 58 yaralı.
Katil yakalanıyor. Polis oturduğu evi basmak istiyor, ama her tarafa tuzak kurulmuş. Sonunda eve giriliyor. Bir köşede bir Batman maskesi ve bir Batman portresi duruyor...
BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip olan beş daimi üyenin bu imtiyazı zaman zaman kullanmaları, alışılagelen bir olaydır. Önceki akşam Rusya’nın Suriye konusunda tekrar (üçüncü kez) vetoya başvurmasına pek şaşılmamalı. Zaten Rusya’nın -ve Çin’in- Suriye ile ilgili yeni karar tasarısını reddetmesi bekleniyordu.
Aslında bu tasarı Suriye’de sözde ateşkesi denetleyecek olan 300 gözlemcinin, dün sona eren görev süresinin uzatılmasını öngörüyor. Buna kimsenin (Rusya ve Çin’in de) itirazı yok.
Ancak bu tasarı Batılı üyeler tarafından Suriye’ye karşı yeni bir yaptırım şartı ile ilişkilendirildi. Buna göre, Esad yönetimine ağır silahlarını ve ordu birliklerini çatışmalara sahne olan kent ve kasabalardan çekmesi için 10 günlük bir mühlet veriliyordu. Şam buna riayet etmediği takdirde, uluslararası camia Suriye’ye karşı yeni ağırlaştırılmış yaptırımlar uygulayacaktı...
İşte Rusya, Çin ile birlikte bu şarta karşı çıktığı için, vetosunu kullanarak tasarının tümünü reddetti.
Eğer Güvenlik Konseyi bu kararı kabul etseydi, tasarının öngördüğü ek yaptırımlar, Esad’ı yola getirecek miydi? Bu sayede ülkede şiddet duracak mıydı?
Pek şüpheli. Ama hiç olmazsa Birleşmiş Milletler,
Önceki gün Şam’ın göbeğinde Ulusal Güvenlik Merkezi’nin toplantısında patlatılan ve Esad’ın yakın çevresindeki üç üst düzey yetkilinin ölümüne yol açan bombalar, Suriye krizinin artık “final” aşamasına girdiğinin işaretini verdi.
Ama hemen ekleyelim ki bu aşama bir çırpıda noktalanmayabilir. Yani şimdi iyice bir “iç savaş”a dönüşmüş olan çatışmalar bir süre daha -hem de çok kanlı bir şekilde- devam edebilir. Velev ki Esad bugünlerde pes etsin, bu da şu anda pek olası görünmüyor.
Esad’ın güvendiği ve çok güvende olduğu sanılan üç önemli yetkilinin, alınan bütün güvenlik tedbirlerine rağmen, güvenlikle ilgili bir toplantıda öldürülmesi gerçekten olağanüstü bir olay. Esad rejimi için bundan daha ağır ve etkili bir psikolojik darbe düşünülemezdi.
Bu artık Esad rejiminin “içeriden” çökme tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor.
* * *
Bu noktada Esad’ın yapması gereken şey, bu kanlı iç savaş daha çok kızışmadan ve yayılmadan, çekilmesidir. Ancak anlaşılan, Şam diktatörü, hâlâ kaba kuvvetle muhalifleri ve direnişçileri yok etmeyi umuyor.
Rusya’nın şimdiye kadar Esad rejimini desteklemesi için çok önemli sebeplerin olması gerekir. Ama şu anda esas soru, son trajik olaylardan sonra dahi Putin yönetiminin, aynı nedenlerle bu desteği daha ne kadar sürdüreceğidir.
Moskova’da yapılan resmi açıklamalara bakılırsa, Moskova’nın izlediği politikayı değiştirmeye pek niyeti yok. Henüz önceki gün Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, BM özel temsilcisi Kofi Annan ile görüşmeden önce, “Esad gitmeyecek; biz onu desteklediğimiz için değil, halkın önemli kesimi onun yanında yer aldığı için” şeklinde konuştu.
Bu tür resmi açıklamalara rağmen, Putin yönetiminin bir B planının bulunduğu ve Suriye’ye desteğinin dayandığı önemli sebepleri dikkate alan formüller aramakta olduğu açık.
Diğer bir deyişle, böyle giderse Putin Esad’ı gözden çıkarabilir. Ama Suriye’yi kaybetmemek şartıyla...
* * *
Rusya’yı, bugüne kadar Beşar Esad’ı -ve Sovyetler Birliği döneminde Hafız Esad’ı- hararetle desteklemeye iten çok önemli stratejik, askeri ve ekonomik nedenler var.