İran yarından itibaren 5 gün sürecek olan geniş bir uluslararası konferansa ev sahipliği yapacak.
“Bağlantısızlar Hareketi’ne mensup 120 ülkenin liderleri -ve onlarla beraber yüzlerce delege- bu zirve vesilesi ile Tahran’da toplanıyorlar.
Konferansın içeriği bir yana, bu etkinliğin Tahran’da yapılması, İran açısından büyük önem taşıyor.
Bu zirve ile İran, uluslararası platformda, içine düştüğü yalnızlığı yenmenin yolunu buluyor.
BM kararlarına uyarak İran’a karşı nükleer programı nedeniyle ekonomik ve siyasal yaptırımlar uygulayan ülkelerin liderleri, yıllardan beri ilk kez Tahran’a ayak basıyorlar.
Bağlantısızlar Hareketi, BM’den sonra en kalabalık uluslararası örgüttür. Tahran’da temsil edilecek olan 120 devlet, BM üyelerinin üçte ikisini, ayrıca dünya nüfusunun yüzde 55’ini temsil ediyor.
Suriye’de yükselen alevlerin güney komşusu Lübnan’a sıçraması olasılığından bir süredir söz ediliyor.
Önceki gün ülkenin kuzeyindeki Trablus kentinde çoğunluktaki Sünnilerle azınlıktaki Aleviler arasında patlak veren, 12 kişinin ölmesine, 100’den fazla insanın da yaralanmasına yol açan ve ancak ordunun müdahalesiyle 2 gün sonra durdurulabilen çatışmalar, bu olasılığın artık tehlikeli boyutlar aldığını ortaya koydu.
Nitekim bölge uzmanları şimdi “Suriye’den sonra sıra Lübnan’a mı geliyor?” sorusunu soruyorlar.
* * *
Aslında iki ülkenin etnik, dinsel, mezhepsel yapısında bazı benzerlikler var; ama Suriye’deki olayların kaynağı, Lübnan’daki son mezhepsel sürtüşmelerin nedenlerinden farklı.
Suriye’deki halk ayaklanması, “Arap Baharı”nın bir parçası olarak, Esad’ın otoriter rejimine karşı ve özgürlük ve demokrasi için yapılan bir hareket. Suriye’de mezhepsel çatışmalar rejime karşı ayaklanmanın çerçevesinde, yeni başladı.
Oysa Lübnan’da rejime karşı bir ayaklanma yok. Bu küçük ülkede çoğulcu demokrasi yaşıyor. Hatta 4,5 milyon nüfusun mozaik yapısı yönetime de yansıyor. Lübnan’daki sorun, zaman zaman farklı etnik ve mezhepsel grupların, dışarıdan gelen kışkırtmalar veya
Etnik ve dinsel çatışmalar dünyada o kadar yaygınlaştı ki, kamuoyunun bunların hepsini -özellikle uzak diyarlardakileri- izlemesi pek mümkün olmuyor.
Son olarak Myanmar’da, Arakan bölgesinde olup bitenler, ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu ülkeye yaptığı ziyaret sayesinde daha iyi duyuldu. O da daha çok Türkiye’de. Açıkçası diğer ülkeler, Türkiye’nin bu konuda sergilediği ilgi ve hassasiyeti göstermekten uzak...
Etnik ve dinsel kaynaklı şiddet eylemlerine ve insanlık dramlarına sahne olan ülkelere ne yazık ki her gün yenileri ekleniyor. Bazen dünya bunların farkında bile değil. Bizler de öyle...
İşte son bir örnek: Hindistan’ın Assam eyaletinde Müslümanlarla yerli Bodo aşireti arasındaki çatışmalar bir katliama dönüştü, 87 kişi vahşice öldürüldü, 14 bin ev yakıldı, 300 bin kişi başka bölgelere (ve bir kısmı komşu Bangladeş’e) göç etti...
* * *
Haberi olay yerinden bildiren “New York Times” gazetesi muhabirine göre, bu etnik ve dinsel çatışmanın temelinde, iki tarafın “toprak ve siyasi etkinlik” konusundaki uyuşmazlıkları yatıyor. Bodolar, Assam eyaletinin kuzeyinde özerklik için mücadele etmişler ve sonunda Hindistan hükümetine bunu kabul ettirmişlerdir.
Demokratik bir ülkede, birkaç genç protestocunun bir ibadethaneye girip orada hükümet aleyhinde gösteri yapması, bütün milleti ayağa kaldırmaz. Böyle bir eylem toplumun muhafazakâr kesiminin tepkisine yol açar, genelde hoşnutsuzluk yaratır ve kınanır, o kadar...
Rusya’da böyle bir olayın tutuklama ve hapis cezası ile sonuçlanması, bu ülkenin farklı bir siyasi kültüre ve zihniyete sahip olduğunu ortaya koydu.
Olay, Vlademir Putin’in üçüncü kez cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmasına karşı çıkanların sokaklara döküldüğü geçen şubat ayında başladı. “Pussy Riot” adlı bir “punk” grubuna mensup üç genç kadın, Moskova’daki büyük Ortodoks Katedrali’ne girerek, Meryem Ana’dan “Rusya’yı Putin’den kurtarması”nı niyaz eden bir dua okudu. “Punk kızlar” ayrıca Kilise’nin Putin’i desteklemesini de protesto ettiler.
Polis, katedraldeki bu beklenmedik eyleme müdahale etmekte gecikmedi. Üç genç kadın tutuklandı ve mahkemeye sevk edildi.
Mahkeme geçen hafta “Punk” üçlüsünü “holiganizm ve kamu düzenini bozma” suçu ile, iki yıl hapse mahkzm etti. O andan itibaren Rusya’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde bu karar aleyhine gösteriler başladı. Moskova’da aralarında ünlü satranç şampiyonu
Mısır’ın Mübarek rejiminin devrilmesinden sonra girdiği demokratikleşme sürecinde attığı adımlar, Türkiye’nin bu alanda geçirdiği deneyimleri çağrıştırıyor.
Mısır’da atılan son adım, ordunun siyasetten uzaklaştırılması ve yönetimin sivilleştirilmesidir.
Yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin gerçekleştirdiği bu hamleyi “sivil darbe” olarak nitelendirenler var.
Başkan seçilmesinden henüz iki ay sonra, 61 yaşındaki Mursi sürpriz bir kararla, Yüksek Askeri Konsey’in başındaki Mareşal Muhammed Tantawi, Genelkurmay Başkanı General Sami Anan, deniz, hava ve kara kuvvetleri komutanları dâhil, üst rütbeli bir grup subayı emekliye sevk ederek görevinden uzaklaştırdı.
Oysa Askeri Konsey, Mursi’nin seçilmesinden sonra, cumhurbaşkanına ait temel yetkileri devralmış, yeni yönetim üzerinde bir nevi “askeri vesayet” kurmuştu. O zaman da Tantawi’nin bu beklenmedik hamlesi sessiz bir “askeri darbe” olarak nitelendirilmişti.
Mursi son atılımı ile, seçildiği gün kaybettiği yetkileri geri almakla kalmadı, aynı zamanda askerin “dokunulmazlığı” bulunmadığını gösterdi ve ordunun yıllardan beri süren hâkim pozisyonuna son verdi.
Artık Mursi güvenlikten dış politikaya, ekonomiden iç siyasete
Suriye’de iç savaşın şu yakınlarda durması ve barışın sağlanması olasılığı var mı? Görünüşe göre yok.
Çatışmaların şiddetlenerek yayıldığı, kent ve kasabaların harabeye döndüğü, her gün pek çok kişinin öldüğü, binlercesinin evlerini terk edip kaçtığı bir ortamda, silahların susması ve diplomasinin devreye girmesi şansı, ne yazık ki artık ortadan kalkmış gibi...
Nitekim son barışçı girişimlerin fiyasko ile sonuçlanmasından sonra, meseleye siyasi çözüm arama çabaları da kesilmiş durumda. BM-Arap Birliği özel temsilcisi Kofi Annan üstlendiği misyonu bıraktı. Güvenlik Konseyi bu işten elini tamamen çekti. BM’in bir “B” planı yok...
Mesele ile yakından ilgilenen güçlerin pozisyonları âdeta donmuş vaziyette. Rusya, Çin, İran Esad rejimine aktif desteklerini sürdürüyor. Batılılar, Arap ülkeleri ve Türkiye, Esad’ın devrilmesini bekliyor...
Dünya sanki “bizim elimizden bir şey gelmez; bırakalım Suriyeliler kendi aralarında hesaplaşsınlar” der gibi bir tavır içerisinde...
Barış planı
Türkiye’nin son zamanlarda Ortadoğu politikasında karşılaştığı sıkıntıların nedenini tek bir faktöre veya kaynağa bağlamak doğru değil.
Suriye, Irak ve İran ile ilişkilerin -dünkü yazımızda belirttiğimiz şekilde- birdenbire ters gitmesinde, Ankara’nın izlediği politika kadar, bu ülkelerin tutumunun ve uluslararası konjonktürün de payı var.
* * *
Arap Baharı, Suriye ile ilişkilere yeni bir yön vermiştir. Eğer Suriye’de halk ayaklanması olmasaydı ve Esad rejimi iktidarda tutunmak için şiddet politikasına başvurmasaydı, herhalde Ankara ile Şam arasındaki sıkı ilişkiler eskisi gibi devam edecekti. Ancak Arap ülkelerinin (ve bu arada Suriye’nin) iç dinamiklerinden kaynaklanan büyük “değişim” akımı Türk-Suriye ilişkilerinin seyrini de değiştirdi...
Irak ile ilişkilerin bozulmasında Amerikan işgalinden sonra bu ülkede ortaya çıkan boşluğun, dengesizliklerin ve istikrarsızlığın önemli rolü var.
Uluslararası konjonktür ve bölgedeki yeni cepheleşme, Türkiye ile İran arasındaki eski rekabeti yüzeye çıkardı ve ilişkilerde yeni sürtüşmelere yol açtı.
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu komşularıyla ilişkilerinin son zamanlarda nereden nereye geldiğine bakıldığında ortaya çıkan tabloda, Ankara’nın Ortadoğu politikasında işlerin ters gittiğini görmemek mümkün değil.
Henüz bir-iki yıl öncesine kadar Suriye, Irak ve İran ile ilişkiler ne seviyelere yükselmişti, şimdi ise hangi noktada bulunuyor?
Bu ülkelerle ilişkilerin birdenbire bozulmasının nedenleri nedir?
Bunun objektif bir muhasebesinin yapılması zamanı gelmiştir.
Önce üç komşu ülke ile ilişkilerin hangi noktaya geldiğinin genel tablosuna bakalım.
* * *
Birinci tablo, Suriye.