Büyük yazarımız Tarık Buğra’yı tanımayanlar için doğumunun 100. yılında basılan “Büyük Ağa Tarık Buğra” kitabını hararetle tavsiye ederim.
Tarık Buğra kaleme aldığı romanlarla kim bilir kaç kişinin tarihe, Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarına bakışını değiştirdi bilemiyoruz ama bu romanlar kuşaklardır okunmaya devam ediyor. Yalnız bir insandı, ne “sağcı”ydı ne “solcu”. Edebiyatçıların kimlikleriyle ön planda tutulduğu, buna göre değer biçildiği dönemde (bugün de durum çok farklı değil sanki) yaşadığı için de gerekli kıymeti tam olarak göremedi. Bugün de hak ettiği kıymeti, ilgiyi tam olarak gördüğünü söylemek mümkün değil. 1918 yılında dünyaya geldi, yaşasaydı bugün 100 yaşında olacaktı. Ömrü boyunca hep yazdı, yazmaktan asla vazgeçmedi. Ama geçim derdinden dolayı edebî eserlerinin yanı sıra gazetecilik de yaptı. Bu iki yazma disiplini birbiriyle hep çatışır, dışarıdan bakanlar için son derece uyumlu iki kulvar olarak görülse de birbirlerini hep törpülerler. Kendimden biliyorum.
Bazı kavgaları ömür boyu sürdü
Tarık Buğra yaşarken de yeterince anlaşılamadığının, değerlendirilmediğinin farkındaydı ve anlatılanlara göre bu durum kendisini doğal olarak rahatsız ediyordu. Birçok edebiyatçı gibi Tarık Buğra da ilk olarak şiirle ilgilendi, şiirler yazmaya çalıştı daha lise yıllarında. Konya Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’a geldi; tıp fakültesine kaydını yaptırdı. Lise hayatında son derece başarılı olan Tarık Buğra, tıp eğitiminde aynı başarıyı gösteremedi. Dönemin meşhur edebiyatçılarının uğrak mekanı olan Küllük Kahvehanesi’nde sıklıkla vakit geçirdi. Buraya İbnülemin, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Ali Nihat Tarlan, Fuat Köprülü, Mükrimin Halil Yınanç, Nurullah Ataç gibi isimler sıklıkla gelirdi. Tarık Buğra da bu kahvehanenin müdavimleri arasındaydı. Tarih, felsefe, Antik Yunan Edebiyatı, politika bu kahvehanenin başlıca konuları arasındaydı ve asla kavga olmazdı. Tarık Buğra’nın bazı kavgaları vardı ki, ömrü boyunca bunları devam ettirdi. En başlıcası Milli Şef döneminin dil ve kültür politikaları. Bıkmadan, yılmadan, yapılan yanlışlıkları anlatmaya çalıştı. Tarık Buğra, yeni kelimelere büsbütün karşı değildi, bu kelimeleri de eserlerinde kullanırdı ama eskiyi reddetmeden, onlarla birleştirerek, beraber kullanarak.
Ayvazoğlu’nun kaleminden
Bu büyük yazarımızı tanımıyorsanız, Beşir Ayvazoğlu’nun kısa zaman önce Kapı Yayınları’ndan gözden geçirilmiş beşinci baskısı çıkan “Büyük Ağa Tarık Buğra” isimli kitabını hararetle tavsiye ederim. Bir roman akıcılığına sahip olan kitabın, kitaba; daha özelinde biyografiye meraksız bir ülkede beşinci baskıya ulaşmış olması ise ayrıca sevindirici bir gelişme. Bu yazıyı kaleme alırken ben de sıklıkla hafızamı tazelemek ve Buğra’yı daha iyi anlatabilmek adına bu kitaba başvurdum. Ayvazoğlu’nun kitabında ayrıca Buğra’nın metinlerinden örnekler de yer alıyor. Bu açıdan da kitabı kuvvetlendiriyor. Yeri gelmişken Beşir Ayvazoğlu’nun kaleme aldığı diğer biyografi kitaplarında da benzer yaklaşımların, benzer titiz çalışmanın ve akıcı üslubun yer aldığını belirtmekte fayda görüyorum. Ayvazoğlu Türkiye’nin en önemli biyografi yazarlarındandır. Ayrıca “Ateş Denizi” isimli muhteşem romanını tavsiye ederim. Beşir Ayvazoğlu’nun yeni bir roman üzerine çalıştığını ve bu kitabı dört gözle beklediğimi, yayımlandığı anda elimdeki kitabı bırakıp hemen bu kitaba başlayacağımı belirtmek isterim.