Biri ressam biri sanat eleştirmeni iki yazarın çoğunlukla bireysel bakış açılarından yola çıkan “Resmin Tarihi” asla bir sanat tarihi kitabı değil
Yaşayan en önemli ressamlar arasında gösterilen David Hockney ve sanat eleştirmeni Martin Gayford “Resmin Tarihi” isimli bir nehir söyleşi kitabı yayımladılar. Bu kitap yakın zaman önce Yapı Kredi Yayınları tarafından da yayımlandı. Son derece zihin açıcı, John Berger’in “Görme Biçimleri” isimli kitabıyla yan yana durması gereken bir eser.
Sadece tablolar değil
Biri ressam biri sanat eleştirmeni iki yazarın çoğunlukla bireysel bakış açılarından yola çıkan eser resmin tarihini ele alıyor. Bu açıdan asla bir sanat tarihi kitabı değil. Resimden kast edilen de asla sadece tablolar değil. İlk mağara resimlerinden mozaiklere, tablolardan eskizlere kadar her türlü çizim; filmler, fotoğraf, animasyon filmler, çizgi romanlar, bilgisayar oyunları, kolajlar kısaca 3 boyutlu dünyayı 2 boyutlu halde tasvir ve temsil eden her şey bu kitabın konusu.
Kitabın giriş bölümünde David Hockney’nin Andy Warhol’la Walt Disney’i birbirine benzetmesiyle birlikte kitap benim için daha da ilginç bir hale geldi. Çünkü şöyle diyor Hockney: “İkisinin de atölyesinde çalışanlar vardı, ‘fabrika’sı vardı ve her işi kendisi yapmıyordu.”
Ya da hemen peşinden gelen insanların okumaktan ziyade resimlere bakmayı tercih ettiklerine dair iddiası kitabın iddiasını ortaya koyan birkaç cümle.
Bir çeşit iletişim yolu
Sanat eleştirmeni Martin Gayford ise kitabın amacını şu sözlerle ifade ediyor: “Nasıl görüyoruz, ne görüyoruz ve bu deneyimlerimiz nasıl çeşitli yollarla iki boyutlu yüzeye çevriliyor. Resimler dünyayı temsil etmenin, ayn zamanda onu anlamanın ve araştırmanın bir yolu. Yani resimler bir çeşit bilgi kaynağı ve iletişim yolu. Bir görüntüden anında çok şey alabiliriz. Ama o resim bize ne gösteriyor? Gerçek mi, kurgu mu? Doğruyu mu gösteriyor, yalan mı söylüyor?
Artık hemen herkesin elindeki akıllı telefonlarla fotoğraf çektiği dünya tarihinde şimdiye kadar hiçbir zaman olmadığı kadar imaj üretiminin olduğu bir dönemde dünü ve bugünü anlamak, neye nasıl bakılması gerektiğini anlamak için mükemmel bir başvuru kaynağı bu kitabı herkese tavsiye ederim.
“Kütüphanede Bir Gece”
Geçtiğimiz haftalarda bu köşede Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin artık 24 saat okurların hizmetinde olduğundan bahsettiğim yazıdan sonra İstanbul İl Kültür ve Turizm müdürü Doç. Dr. Coşkun Yılmaz teşekkür etmek için beni telefonla aradı. Teşekküre gerek olmadığını esas İstanbullular olarak bizim teşekkür etmemiz gerektiğini söyledikten sonra beni 2. kez düzenlenecek olan Kütüphanede Bir Gece isimli etkinliğe davet etti.
Etkinliğin birincil amacı Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin 24 saat açık olduğunu duyurmak olsa da özellikle genç okurları yazarlarla buluşturmak ve unutulması güç bir gece geçirmek. Çünkü insan ömründe pek az geceyi sabaha kadar kütüphanede geçirir.
Yazar dostlarım Mevlana İdris, İbrahim Paşalı, İsmail Erdoğan ve İbrahim Altay’la beraber 15 Aralık gecesi saat 23.00’ten sabah 6.00’ya kadar hoş bir o kadar da “keyif”li geçen sohbette genel olarak okuma ve okuma kültürü ve kendi kişisel tecrübelerimiz üzerinden “insan niçin okur”u konuştuk.
Sohbetin bir yerinde Virginia Woolf’un “Her yıl Hamlet’i tekrar okuyup, tepkimizi kağıda dökmek yaşam öykümüzü yazmak gibi olurdu. Yaşamı daha yakından tanıdıkça, Shakespeare bildiklerimizin üstüne farklı yorumlar getiriyor” sözü geçince ister istemez acaba bu tanıma Türkiye’den hangi kitap uyuyor diye düşünmeden edemedim.