İsrail hep yaptığı gibi bu yıl da mübarek ramazan ayında, özellikle bu ayın en önemli dönemi olan son 10 gününde Mescid-i Aksa’ya, orada ibadet eden Müslümanlara saldırdı. İsrail’in saldırmak için bahaneye ihtiyacı yok. Şımarık bir ergen çocuk gibi aklına her eseni yapan, sadece kendisini düşünen, Yahudi olmayanları asla umursamayan, bir devlet! 2000 yıllık vatansızlıktan, sayılamayacak kadar sürgünden sonra kurulan İsrail, sanki Yahudiler tüm bunları yaşamamış gibi, yakın zamana kadar mazlum durumda değillermiş gibi benzer tutumu, ister Müslüman ister Hristiyan Araplara karşı uyguluyor. Haberlerde gördüğümüz detaylar yürekleri dağlıyor.
Filistin ve sanat
Türkiye’den hemen her kesimden yaşananlara tepkiler yükselirken sanat dünyasından maalesef kuvvetli bir tepki göremedim. Filistin ve sanat bazıları için hâlâ bir araya gelmesi hayli uzak ihtimal olarak görünebilir, ama en azından Mona Hatoum’u duymuş ve eserlerine aşinalıkları vardır. Filistin sanatı söz konusu olunca Türkiye’de ağırlık edebiyata kayıyor. Edebiyat üzerinden yaşanan dramları Nekbe Günü’nü, Sabra ve Şatilla Katliamı’nı biliyoruz. Ama resim ve diğer plastik sanatlar, çağdaş sanat söz konusu olduğunda yabancılık çekiyoruz. Naci el-Ali ülkemizde de tanınıyor biraz, ama Sliman Mansour’un Arap dünyasının en bilinen 10 görselinden biri sayılan “Ağır Yük Devesi” isimli tablosunu bilen çok az kişi vardır. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet dönemiyle birlikte yaşadığımız hızlı Batı’ya dönüş ve Arap dünyasının da benzer şekilde Osmanlı’dan hızlı kopuşu buna etken olarak gösterilebilir. Ama yeterli midir? Hiç sanmıyorum. Benzer inanç dünyasına, benzer günlük alışkanlıklara, ortak geçmişe sahip toplumların birbirleriyle olan ilişkileri her platformda devam etmeli.
Filistin’i tanımak
İngiliz mandası yönetimindeki Kudüs’te 1942 yılında dünyaya gelen ve 2 yıl önce Almanya’da hayata gözlerini yuman Kamal Boullata’nın “Filistin Sanatı: 1850’den Günümüze” başlıklı muazzam bir eseri var. Bu eser 2009 yılında İngilizce yayımlanmasına rağmen maalesef hâlâ Türkçeye çevrilmedi. Dünyaca ünlü sanat eleştirmeni ve gerçek bir Filistin destekçisi olan John Berger’ın ön sözünü yazdığı eser, sadece Filistinli Müslümanların değil Hristiyanların da eserlerine yer veriyor. Hatta anlıyor ve öğreniyoruz ki İsrail’in uyguladığı işgal politikasına karşı çıkan İsrailli sanatçılarla Filistinli sanatçılar 1985 yılında ortak sergi bile düzenlemiş. Kudüs’te yaşanan zulüm ve insanlık dramını sadece bugüne bakarak anlayabilmek mümkün değil. Olayların geçmişine sanat yoluyla da bakarsak insanların yaşadıklarını hissedebiliriz. Eğer Türkiye ve Filistin, İstanbul ve Kudüs arasında gerçek bir bağ varsa bu bağın edebiyatla, sinemayla, çağdaş sanatla perçinlenmesi gerektiğine inanıyorum. Filistin’i ne kadar tanırsak kendimizi de o kadar tanırız.
Not: Tüm okurlarımın Ramazan Bayramı’nı kutlar, herkese sağlık, afiyet, huzur ve barış dolu günler dilerim. İnşallah bir sonraki bayramda sevdiklerimizle yan yana olabiliriz.