İnternetin ve sosyal medya mecralarının hayatımıza hızla girmesiyle ortaya yepyeni bir dil çıktı ve işin bir de sanat boyutu var
Her dilin kendisine has bir yapısı vardır. Ana dil olarak bir dille tanıştığımızda bu dilin konuşma kurallarını, inceliklerini, nüanslarını hiçbir çaba ve gayret göstermeden bebeklikten itibaren öğrenmeye başlarız. Ana dilimizin gramer kurallarını, yazım inceliklerini ise ilerleyen yıllarda okuma-yazmayla birlikte okullarda ve edebiyatla tanıştığımızda öğreniriz.
Bir de ilerleyen yıllarda öğrendiğimiz yabancı diller vardır. Biz Türkler için yabancı dilleri öğrenmek çoğunlukla problemlidir. Bunun temelinde ise bence kendi dilimizin gramer kurallarını bilmememiz yatar. Düşünün sıfat nedir, isim nedir, zarf, fiil nedir bilmeyen birisinin yabancı bir dil öğrenmesi imkânsıza yakındır. Bu kişinin öğreneceği dil ancak konuşma dili olabilir, edebi bir metinle ünsiyet kurması, oradaki inceliklerin farkına vararak okuduğundan zevk alması, hatta okuduğunu tam manasıyla anlaması çok zordur. Yabancı dil öğrenirken ne amaçladığımız da son derece önemlidir. Sadece gündelik konuşma dili veya filmleri, şarkıları anlamaksa amaç gramer kurallarını bilmeden de öğrenmek mümkün olabilir.
Doğallıktan kopuk
Bir an için konuştuğumuz dili insanlardan değil de haber bültenlerinden öğrendiğimizi düşünelim. Hiçbir zaman ara vermeyen, duraklamadan konuşan (!) insanlardan öğrenmeye çalıştığımızda doğallıktan kopuk bir gerçeklikle karşı karşıya kalırız. İnternetin ve sosyal medya mecralarının hayatımıza hızla girmesiyle ortaya yepyeni bir dil çıktı. “Slm, nbr” veya “mrb” gibi ibareleri görünce karşımızdakinin ne demek istediğini rahatlıkla anlarız. Bu yaklaşım çoğunlukla ikili ve dışarıya açık olmayan yazışmalarda kullanılırken, hem ikili yazışmada hem de kamuya açık alanda yazılan “asdfghjkl” veya “dhdjhdjsh” gibi ifadelerin de karşılaştığımız komik bir durumda kullanılan ifadeler olduğunu artık biliyoruz. Peki, bunu nasıl biliyoruz? Ana dilimizi öğrenirken olduğu gibi mi yoksa çaba gösterip yabancı bir dil öğrenirkenki gibi mi? Bu soruya vereceğimiz cevap bizim internetle olan bağımızın ve ilişkimizin ne kadar doğal olduğunu gösterir.
Görsel dil
İşin bir de sanat boyutu var. Bugün sosyal medya mecralarında ve/veya ikili yazışmalarda emojilere, memojilere, giflere sıklıkla yer veriyoruz. Kullandığımız bu imajlar, ister hareketli, isterse durağan olsun, aslında birer sanat eseri olarak değerlendirilebilir. Son zamanlarda yaşadığımız NFT çılgınlığında olduğu gibi bunları satmak mümkünken, bir diğer imkân ise New York’ta bulunan ve dünyanın en önemli modern sanat müzelerinden biri olarak gösterilen MoMA’nın (Museum of Modern Art) yaptığı gibi bir uygulama da mümkün. MoMA, 2016 yılında yaptığı açıklamada, “NTT DOCOMO’nun orijinal 176 emoji setinin MoMA koleksiyonuna eklendiğini duyurmaktan heyecan duyuyoruz. Shigetaka Kurita’nın gözetiminde geliştirilen ve 1999’da cep telefonları için piyasaya sürülen bu 12x12 piksel mütevazı tasarım şaheserleri, yeni bir görsel dilin patlayıcı büyümesinin tohumlarını attı.” bilgisini vermiş ve bu alandaki ilk başarılı örnekleri koleksiyonlarına kattıklarını duyurmuştu. Bu yaklaşım, birçok sanatsever ve sanat eleştirmenleri tarafından eleştirilmişti. Bugün geldiğimiz noktada ise ne kadar öngörülü oldukları, net bir şekilde anlaşılıyor.
İnternet ve sosyal medya mecralarının hayatımızda her geçen gün daha da geniş yer kapladığını göz önüne alarak ülkemizde dilbilimcilerin, sosyologların ve antropologların bu alanda daha fazla çalışması gerektiğini düşünüyorum.