Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye Cumhuriyeti yeni bir ulus devletin kurulmasıyla birlikte büyük bir kültürel dönüşümü gerçekleştirdi. Osmanlı kültürü ile bağlarını radikal bir biçimde koparan Cumhuriyet, yeni bir ulusal kültür yaratmaya girişti. Laiklik, harf, kıyafet, hukuk, dil devrimleri, kadın hakları yeni bir Cumhuriyet kültürü doğurdu. Evrenselliği, çağdaşlaşmayı amaçlayan bu kültürün demokratikleşmeye yol açması kaçınılmazdı. Bugünün standartlarına göre demokratik olmayan, ancak 1930’ların demokrasi standartlarına aykırı düşmeyen, uluslararası alanda kabul gören ve saygı duyulan Cumhuriyet rejimi, demokrasinin tohumlarını da içinde taşıyordu.
Nasıl ki, savaş sonrasında Batı’daki demokratikleşme akımı Türkiye’yi de etkiledi. 1950 seçimleri ile Türkiye’de iktidar demokratik yoldan el değiştirdi. 1950 seçimleri Cumhuriyet’in demokratikleşme yolundaki en önemli kazanımlarından biriydi. Bundan sonra Cumhuriyet’in çağdaş uygarlığı yakalaması demokrasiyi, çoğulculuğu, insan haklarını, hukuk devletini içselleştirmesine bağlıydı. Bu alanlarda önemli mesafeler alınmasına karşın, askeri müdahaleler, geleneksel yapılar demokrasi kültürünün gerçek anlamıyla yerleşmesini önledi.
Din Anadolu insanının yaşamında her zaman önemli bir yere sahipti. Cumhuriyet döneminde de bu değişmedi. Yakın zamanlarda değişen, dinin toplum içindeki rolü oldu. 1980 ve 90’larda bir yandan Anadolu’da dinsel değerlere bağlı yeni bir orta sınıf doğarken, öte yandan kırsal alandan kente göçler varoşlarda yeni bir sivil toplum oluşturdu. Bu bölgelerde din gündelik yaşamı biçimlendirmeye, din çevresinde yeni bir yasam tarzı yerleştirmeye başladı. Dinsel değerleri savunan bir siyasal partinin siyasal yaşama girerek, İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerin belediyelerini ele geçirmesi yanında, dinsel dernekler, yardımlaşma ağları, cemaatler, tarikatlar, huzur sohbetleri, ışık evleri gibi örgütlenmeler dinin giderek artan sayıda insanın gündelik yaşamına egemen olmasına yol açtı. Bunun sonucunda, Cumhuriyet kültürünün yerini alarak egemen kültür olmak isteyen yeni bir alternatif kültür doğdu.
AKP’nin iktidara gelmesiyle bu süreç yeni bir hız kazandı. AKP’yi savunanların “Bu parti 8 yıldır iktidarda. Türkiye bir din devleti olmadı” savı haklı olabilir. Türkiye bir din devleti olmadı. Ama bu dönemde din devlet kurumlarına girdi. Aynı zamanda toplumun din ekseninde örgütlenmesi yaygınlaştı, yoğunlaştı. Bir İslam burjuvazisi, basını, televizyonu, tatil yöreleri, eğlence yerleri, düğün salonları, kültür merkezleri doğdu.
Bu gelişmeler Türkiye’de demokrasiyi değil, otoriterleşme eğilimlerini güçlendirdi. Çok yönlü bir baskı ortamı yarattı. Türkiye’deki otoriterleşmeyi sadece siyasal iktidarın kendi çıkarlarını gözetmesiyle açıklamak yanıltıcı olur. Otoriterliği, baskıcılığı hem toplumsal hem de siyasal düzeyde görüyoruz.
Birincisi, insanların ortak bir cemaatsel kimlik çevresinde gruplaşmaları, aralarındaki sınıfsal, bireysel farklılıkların ortaya çıkmasını önlüyor. Güçlü bir biat kültürü, dinsel normlara, cemaatsel doğrulara sorgulamadan itaat etmeyi öğretiyor. Bireyselliğe izin vermiyor.
İkincisi, farklı bir yaşam biçimini seçmiş olanlara karşı hoşgörü azalıyor, baskı artıyor. Prof. Binnaz Toprak’ın araştırması bunun örnekleriyle dolu.
Üçüncüsü, kadınlara karşı ayrımcılığın artması, kadınların işgücü içindeki yerinin küçülmesi, kadının rolünün giderek artan bir biçimde eve kapanarak çocuk bakmak olarak görülmesi, kadın üzerindeki baskıyı ortaya koyuyor. Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre, Türkiye’nin kadın-erkek eşitliği bakımından 134 ülke arasında 126. sırada olması, Türkiye’nin demokratik toplum ölçütlerinden ne denli uzakta olduğunun bir göstergesi.
Dördüncüsü, siyasal iktidarın demokrasi anlayışı seçim kazanmakla sınırlı olunca otoriterleşmesi kaçınılmaz oluyor. Bu anlayışın sonucu, denetim mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı bir rejim ortaya çıktı. Yargı iktidarın denetimine girdi. Basın sindirildi. Üniversiteler YÖK aracılığıyla hizaya getirildi. Demokrasi bağımsız kurumların çevresinde gelişir. Oysa, Türkiye’de kurumların varlıklarını bağımsız olarak sürdürmeleri olanaksız. Tüm araştırma, bilim, insan hakları, finans, enerji kurumları Hükümet’e bağımlı kılındı. Kurumların var olmak için siyasal iktidara biat etmeleri gerekiyor.
Türkiye’nin geleceğine ilişkin projeksiyonlar yaparken, kültür kayması ve Sünni İslam kültürünün Cumhuriyet kültürü yerine egemen kültür olmaya başlaması ile Türkiye’nin her düzeyde otoriterleşmesi arasındaki bağlantıyı kurmak gerekiyor.