Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

14. yüzyıldan bu yana, iktidarda olanların muhaliflerini keyfi bir biçimde cezaevlerine atmalarını önlemek amacıyla tutuklama ve gözaltılar sıkı güvencelere bağlanmıştır. Günümüzde muhaliflerin tutuklu olarak cezaevlerine kapatılmaları ve orada çürümeye bırakılmaları ancak otoriter demokrasilerde görülüyor.
Sekiz tutuklu milletvekilinin tahliye taleplerini reddeden kararlardan, Mustafa Balbay ile Prof. Mehmet Haberal’ın tahliyesinin reddine ilişkin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM) kararı lokomotif görevi gördüğünden, bu yazıda 13. ACM’nin kararındaki gerekçeler temel alınacak.
Dört mahkeme kararında da atılan suçların Anayasanın 14. maddesi kapsamına girdiği, dolayısıyla Anayasa 83. maddedeki istisna hükmünün geçerli olacağı belirtiliyor. Bunun tersini söyleyen yok. 14 ve 83. maddeler, tutuklu milletvekillerinin tutuksuz yargılanmalarına engel değil. Talep, tutuklu milletvekillerinin tutuksuz yargılanmaları.
13. ACM kararında gönderme yapılan Yargıtay kararları da milletvekili seçilen kişinin tutuksuz yargılanmasına değil, yargılamanın durdurulması talebine ilişkin.

AİHM klişe kararları kabul etmiyor
13. ACM’nin kararı, yargıçların tutuklamaya ters bir açıdan baktıklarını ortaya koyması bakımından önemli. Gerekçede şöyle deniliyor: “Anayasamızda ve CMK’nın 100 ve devamı maddelerinde tahliye nedeni olarak sayılmayan bir nedenden dolayı tahliye şartları oluşmayan tutuklu sanığın tahliye edilmesi...”
Bundan da anlaşılacağı gibi, yargıçlar tahliye etmek için bir neden var mı, bunu araştırıyorlar. Oysa, tutuksuz yargılama esas, tutukluluk istisna olduğu ve sanık masumluk karinesinden yararlandığı için, yargıcın tahliye nedeninin var olup olmadığını değil, tersine tutukluluğun sürdürülmesi için gerekli nedenlerin olup olmadığını araştırması ve bu nedenler varsa kararda belirtilmesi gerekir.
Bu genel gözlemler dışında, 13. ACM’nin kararı şu nedenlerle hukuksal değil:
1- Karar bundan önceki kararları yineleyen klişe bir karar. AİHM bu tür klişe kararları kabul etmiyor.
2- Karar CMK 100/3 maddesindeki katalog suçlara gönderme yapıyor ve sanıkların kaçma ya da kanıtları karartma tehlikesi olup olmadığını incelemiyor. Bu, AİHM kararlarına aykırı.
AİHM, her tutuklamaya ilişkin kararda, kaçma ya da kanıtların karartılması gibi nedenlerin var olup olmadığının incelenmesini bu nedenlerin somut olgulara dayandırılmasını, süre uzadıkça da bu olguların daha somut, daha ayrıntılı olması gerektiğini öngörüyor.
3- Mahkemenin diğer adli koruma önlemlerinin uygulanmasına kararında yer vermemesi de AİHM açısından sözleşmenin ihlaline yol açıyor.
4- Kanıtların tümünün toplanamaması ya da başka sanıkların savunmalarının alınamaması gibi nedenler tahliye talebinin reddi gerekçesi olarak kabul edilemez. Bunlar soruşturmayı yürüten ya da yargılamayı yapan makamların sorumluluğu. İlgili makamların sorumluluklarını yerine getirememeleri bireylerin özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarının mazereti olamaz. İlgili makamlar tutukluluğun uzamaması için gereken özeni göstermekle yükümlüdürler.(Scott/İspanya kararı).
5- İddia makamı ile savunmanın karşılıklı görüşlerini ileri sürdükleri çekişmeli bir duruşma yapılmadan, dosya üzerinden tahliye talebinin reddi AİHM açısından başka bir ihlal nedeni. (Cahit Demirel/Türkiye kararı).
6- Mahkemenin tahliye talebinin reddi kararına karşı mevcut itiraz yolunu ise AİHM etkili bir iç yargı yolu olarak kabul etmiyor. (Doğan Yalçın/Türkiye kararı).

İnsan hakları sorunu yaratıyor
Yukarıda değinilen noktalar, tutuklu 8 milletvekilinin, milletvekili seçilmeseler bile tutuklu kalmalarının hukuka aykırı olduğunu gösteriyor.
İstanbul 13. ACM kararında, milletvekili seçilenler tahliye edilirse, seçilmeyenlere karşı eşitsizliğe, haksızlığa yol açacağını ileri sürüyor. Bu görüş iki yönden yanlış. Bir kere yukarıda değinilen hukuka aykırılık nedenleri aynı davalardaki tüm sanıklar için geçerli. Hiçbir birey hukuka aykırı nedenlerle özgürlüğünden yoksun bırakılmamalı. İkincisi, ayrımcılık, eşitsizlik aynı statüde olan kişilere farklı işlem yapılırsa söz konusu olur. Oysa, 8 tutuklu milletvekili seçilmekle farklı bir statüye girmişlerdir. Dolayısıyla bir eşitsizlikten söz edilemez. Tutuklu milletvekillerinin Meclis’e gelip görev yapamamaları seçme ve seçilme hakkı bakımından ayrı bir insan hakları sorunu yaratıyor.

Seçilme hakkının içini boşaltıyor
AİHM, birçok kararında Sözleşme’deki hakların kâğıt üzerinde kalmamasını ve gerçek yaşamda uygulanabilir olmasını öngörüyor. Milletvekillerinin tutuklu olarak yargılanmaları, seçme ve seçilme hakkının özünü zedeliyor, hakkın içini boşaltıyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları Türk hukuk sisteminin bir parçası. Anayasamızın 90. maddesi Sözleşme ve AİHM kararları ile ulusal yasa arasında çelişki varsa AİHM kararlarının esas alınacağını öngörür. Böyle olunca, Türk yargı organları karar verirken AİHM kararlarını dikkate almak zorundalar. Bu nedenlerle tutuklu milletvekillerinin tahliye taleplerini reddeden kararlar hukuka uygun değil. Halkın seçtiği milletvekillerinin Meclis’te görev yapmaları yargıçlar tarafından hukuken geçerli olmayan gerekçelerle engellenmesini, hukuk devleti ve demokrasi ile bağdaştırmak olanaksız.