“Terör mesajın kendisidir” başlıklı yazıyı 2001’de yazmıştım. Terör gerçeğinin özü budur, en kanlı sözcüklerle yazılır, masum insanların kanını mürekkep olarak kullanır. Mesajını, hedefin açabileceği biçimde kodlar. İki temel hedefi vardır; karar alıcılar ve halk.
Her mesaj gibi anlamını, bağlamından alır. Bağlam, mesajın öncesi ve sonrası arasında anlamı kurar, terörün bağlamında zamanlama esastır.
5 masum insanımızın şehit edildiği TUSAŞ’a yapılan terör saldırısı, Devlet Bahçeli’nin, “Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin, DEM grubunda konuşsun” çağrısına elbette cevap değildir ancak, o çağrıyla ilişkisi bağlamsaldır.
Terör örgütleri mesajlarını olabildiğince güçlü vermek için ön hazırlığa, zamana ihtiyaç duyar. Kaldı ki ana mesajlarından biri toplumu şoke etmek olduğundan, Bahçeli’nin Öcalan mesajıyla zaten şoke olmuş ortamı kullanmaz ve hedef olarak da TUSAŞ’ı seçmezdi, ki terör örgütü de “uzun zaman önce planlandığı”nı açıkladı.
Yazılmış, zarfa konmuş postaya verilmeyi bekleyen kanlı mektupların pek çoğunu TSK, MİT, Emniyet, Jandarma yerinde imha ediyor, gelen adrese aynıyla iade ediyor. 23 Ekim’e, TUSAŞ’a yollanmış olanın en önemli nedeni de bu. TUSAŞ zarfı neden, nasıl açmış ayrı konu.
Mektubu kimin yazdırdığını ise herkes biliyor. Yazdıranın içinde bulunduğu kriz, bu eylemlerin kendisine dönük sonuçlarını analiz edemeyecek bir körleşmeye neden oluyor.
Kanlı mektuptan dökülen kanlı mesajları hepimiz biliyoruz, en önemlileri yazayım;
■ Tam bağımsız Türkiye için, tam bağımsız savunma sanayine izin vermeyiz.
■ Bizi inlerimize girip vursan da, tam kalbinden vuracak kadar sana yakınız.
■ İplerimiz ne İmralı’da ne de Edirne’de, daha ötededir.
■ BRICS’e katılarak karşı kampta olmanıza onayımız yok.
■ Terörü bitirdiğini sanma, biz bitmeyiz.
■ Ortadoğu’yu yakarken senin evinde huzurla oturmana izin vermeyiz.
Bu mesajlarla Türkiye’nin gözünün korkacağını hesaplıyor. Oysa Türkiye’nin karakteri, üzerine kurulan hesapları bozmakla oluşmuştur.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, yaşasın Mustafa Kemal Atatürk. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
İş 2024, akıl 1960
TUSAŞ gibi stratejik, dikkatlerin üzerinde olduğu bir kurum ve diğer kurumlar, etrafımız ateş çemberiyken neden üst düzeyde korunmaz?
Neden devlet kurumu, devlet tarafından değil de özel güvenlikle korunur?
Önce teknik, sonra teknolojik en son polisin olduğu iç içe önlemler neden yok?
İçeriden paylaşılan saldırı anı görüntüleri, ya kurum çalışanlarının iletişim bilincinin eksik ya da içeride bağlantılarının olduğunu göstermiyor mu?
Yaptığımız işler 2024’ü yakalıyor, bulduğumuz çözümler 1960’ta kalıyor.
Bahçeli hakkında konuşurken
Devlet Bahçeli grup konuşmasında, hiç beklenmeyen bir anda, hiç beklenmeyen bir cümle kurunca, her kafadan bir ses çıkmaya başladı.
Herkes uzman oldu, laf yetiştirdi.
Oysa Bahçeli, herhangi biri değildir. Milliyetçilik ideolojisinin tam merkezine konumlanmıştır. Başkalarının ne kadar milliyetçi olduğu, onun pozisyonuna göre tanımlanır.
Oy kaybetmeyi göze alacak bir cümle kurmuşsa, siyasi kariyerini riske atacak bir şey demişse bir bildiği kesinlikle vardır.
Herhangi bir cümle kurduğunda, bir sistematik içerisinde kurar.
Öncesini, tepkisini, sonrasını hesap etmiştir. “Beğeni” almaya göre hareket etmez.
Devlet terbiyesi vardır, konunun ilgili kişi ve kurumlarıyla değerlendirme yapmadan yola çıkmaz. Bu hamlesinin de birkaç adım sonrası kafasında tamamlanmıştır.
AKLIMDA KALAN
“Kazan da ne Kazan’mış ama” şaşkınlığım: Cumhurbaşkanı Erdoğan Tataristan’ın Kazan kentindeki BRICS toplantısında “Kazan kazan anlayışı”yla masaya oturduğunu söylediği sırada, Ankara’nın Kahramankazan ilçesinde TUSAŞ’a terör saldırısı düzenlendi. Terör saldırısı sırasında, 15 Temmuz darbe girişiminde Kahramankazan’ı bombalayan FETÖ elebaşı gömülüyordu. Hepsi de aynı gün, aynı saatlerde oluyordu. Kaos kuramı der ki, rastlantı diye bir şey yoktur.