Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

2.Dünya Savaşı sonrasında ülkelerde eğitimin tüm kademelerine erişimin artırılmasına yönelik çabaların arttığını, eğitim sistemlerinde bu bağlamda kapsamlı dönüşümlerin yaşandığını görüyoruz. Özellikle beşeri sermayeye yapılan özel vurgu, orta sınıfların giderek güçlendiği bu dönemde eğitime erişim, istihdam edilebilirliği artırdığı gibi sosyal hareketliliği de hızlandırdı. Ülkeler temel ve ortaöğretimde tüm çağ nüfusunu eğitime eriştirirken yükseköğretimde de erişimi artırmak için büyük çaba sarf ettiler ve etmeye de devam ediyorlar. Özellikle, eğitim seviyesi arttıkça istihdam edilebilirliğin ve ücretlerin artması, dahası işgücü piyasalarında yaşanan daralmalarda yükseköğretim mezunlarının görece daha dayanıklı olması, yükseköğretime yönelik bu talebi sürekli artırdı.

Haberin Devamı

Benzer süreçler gecikmeli olarak ülkemizde de yaşanmaya devam ediyor. Özellikle son 20 yılda bu bağlamda çok önemli mesafeler alındı. Yükseköğretime yönelik talebin sürekli artması, mevcut yükseköğretim kurumlarının bu taleple uyumlu arzı üretememeleri nedeniyle bu talebi karşılamak için üniversite sayılarında önemli artışlar sağlandı. 2000’li yılların başında 70’ler civarında olan üniversite sayısı bugün 200’ün üzerindedir. Gelinen noktada bu genişlemenin gerçekten yükseköğretime yönelik artan talebi karşılamada ne durumda olduğu üzerinde durmayı hak etmektedir. Özellikle genç nüfusun ülkemiz için bir fırsat penceresi olduğu ve ülkelerin rekabeti beşeri sermayelerinin niteliği üzerinden yaptıkları göz önüne alındığında konu çok daha büyük önem arz etmektedir.

Bu bağlamda Alim Arlı geçen ay yükseköğretime erişimi 1997-2023 dönemine ait verilere dayalı olarak inceleyen kapsamlı bir makale yayımladı (Türkiye’de Yükseköğretime Erişim: Ön Lisans ve Lisans Programlarına Yönelen Öğrenci Talebinin Yapısı (1997-2023), Üniversite Araştırmaları Dergisi, 7(4), 334-347, 2024). Makalede bir taraftan lise türlerinin yükseköğretime erişim eğilimleri araştırılırken diğer taraftan lise son sınıf düzeyinde veya mezun ancak daha önce yerleşmemiş veya bir yükseköğretim programını bitirmiş veya daha önce yerleşmiş grupların hangi yükseköğretim programlarına yerleştikleri inceleniyor.

Haberin Devamı

Çalışmanın ortaya çıkarttığı bulgulardan bir tanesi fen liseleri, Anadolu liseleri, sosyal bilimler liseleri ve yabancı dilde ya da yabancı dil ağırlıklı özel lise mezunlarının beklendiği gibi lisans programlarına yerleşenler içindeki payları artmasına rağmen, özellikle 2023 yılında beklenmedik bir şekilde ön lisans programlarına yerleşenler içindeki oranlarının (%41) ve açık ve uzaktan öğretim programlarına yerleşenler içindeki oranlarının (%26,4) geçmiş yıllara göre çok fazla artmasıdır. Dahası, herhangi bir yükseköğretim programına yerleşemeyenler içindeki oranları da geçmiş dönemde %18’in altında iken 2023 yılında ilk kez %30’un üzerine çıkmıştır. Her ne kadar bu liselerdeki öğrenci sayılarında önemli bir artış olmasına rağmen yerleşme eğilimlerindeki bu önemli kaymanın nedenlerinin ne olduğu araştırılmayı hak etmektedir.

Haberin Devamı

Bir diğer önemli bulgu yükseköğretim programlarına yerleşenler içinde ön lisans programlarına yerleşenlerin oranının son 20 yılda istikrarlı bir şekilde %30’lar civarında olduğudur. Hatta bu oran 2021-2023 yılları arasında %39’lara yükselmiştir. Bu bulgu, yükseköğretim kurumlarının sayısında üç katın üzerinde bir artış sağlanmasına rağmen lisans programları kapasitesinde bir durağanlığın yaşandığına işaret etmektedir. Özellikle 2017 yılı sonrasında bu eğilimin çok daha görünür olduğu görülmektedir. Bu dönemde lisans programına yerleşen adaylar istikrarlı bir şekilde (örneğin 2023 yılında başvuran adayların %13,6’sına) düşerken herhangi bir programa yerleşemeyen adayların oranı istikrarlı bir şekilde (örneğin 2023 yılında başvuran adayların %69,8’sine) yükselmektedir.

Ön lisans ve lisans programlarına yerleşenlerin başvuru durumları incelendiğinde yerleşenlerin ana gruplarını (%70’in üzerinde) son sınıf düzeyindeki öğrenciler ve mezun ancak daha önce yerleşmemişlerin oluşturduğu, ağırlıklarının ise dönem dönem değiştiği görülmektedir. Özellikle 2009-2017 yılları arasında hem ön lisans hem de lisans düzeyinde programların yaklaşık yarısına son sınıf düzeyindeki öğrenciler yerleşirken bu eğilim 2017 yılı sonrasında bozulmuştur. Arlı’nın da işaret ettiği gibi toplam kontenjanda durağanlığa girilen 2017 yılı sonrasında hem ön lisans hem de lisans programlarında bu ağırlığın mezun olduğu halde herhangi bir yükseköğretim programına yerleşmemiş öğrencilere kaydığı görülmektedir. Bir başka deyişle son sınıf düzeyinde öğrencilerin bir ön lisans veya lisans programına yerleşme süreleri giderek uzamaktadır.

Özetle, yükseköğretimde son yıllarda talebi karşılamak için yaşanan büyük genişlemeye rağmen yükseköğretimde arz-talep dengesinin sağlanamadığı görülmektedir. Yükseköğretime başvuran aday sayısının her yıl istikrarlı bir şekilde artması bu dengenin sağlanmasını elbette zorlaştırmıştır. Ancak, özellikle 2017 yılı sonrasında kapasite üretiminde durağanlığa girilmesi ön lisans ve lisans programlarına yerleşmede 2009-2017 yılları arasında son sınıf öğrencilerinin yakalamış oldukları avantajı, mezun olup bir yükseköğretim programına yerleşemeyen öğrencilere kaydırmıştır. Bu durum son sınıf öğrencilerinin yükseköğretime yerleşme sürelerini uzatmakta ve rekabeti giderek artırmaktadır. Genç nüfusumuzun ülkemiz için stratejik bir fırsat penceresi olduğu göz önüne alındığında bu sorunun acilen çözülmesi gerektiği açıktır.

Bu olumsuz duruma rağmen Arlı’nın da işaret ettiği gibi yükseköğretim kontenjanlarının çok yüksek olduğuna yönelik algı, verilerle çelişmektedir. Burada özellikle son dönemlerde dikkatin kapasitenin yeterli olup olmamasından daha çok mevcut kapasitenin doluluk oranlarının yüksekliğine kaydırılması etkili olmuş olabilir. Sonuçta algı nasıl oluşturulmuş olursa olsun genç nüfusumuzun yükseköğretime yönelik artan talebini karşılamada, mevcut yükseköğretim sistemimizin yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu nedenle özellikle son sınıf öğrencilerinin bir yükseköğretim programına yerleşme sürelerini kısaltacak adımların atılması acil bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Bu amaçla öncelikle mevcut üniversitelerin kapasiteleri yeniden gözden geçirilmelidir. Doktora eğitiminin güçlendirilerek özellikle yeni kurulan üniversitelerin ihtiyaç duydukları öğretim üyesi ihtiyacını karşılanması ile mevcut üniversitelerin kontenjan kapasitesini artırmaya katkı potansiyellerini artırılması kritik öneme sahiptir. Ayrıca yeni üniversiteler kurmaya kadar her türlü seçeneğin kullanılması gerekmektedir.