Yunanistan’ın büyük enerji şirketleriyle bir cephe kurup uluslararası hukuka rağmen Türk milletinin her bir bireyinin Doğu Akdeniz’deki hakkını gasp etmesi çabası boşa çıkar.
Komşumuz Yunanistan barışçıl ilişkilerimizi maalesef yine tahrik ediyor. Doğu Akdeniz’de, birlikte neredeyse en uzun kıyısı bulunan iki bağımsız devlet Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yok sayıyor. Bizim bunu asla kabul etmeyeceğimizi, milletimizin her bir bireyinin dolaylı hakkı olan deniz sahamızdan ve buradaki menfaatlerimizden ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyeceğimizi bilmiyor mu? Türk milletinin kendisine dikte ettirilmek istenen haksızlıklara boyun eğmeyeceğini bilmemesi mümkün mü?
Peki, o zaman Yunanistan neden Kıbrıs Adası ile arasındaki deniz bölgesinde Münhasır Ekonomik Bölge’ler (MEB) ilan edip, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği MEB ile birleştirip, Türkiye ve KKTC’yi adeta kuşatmak istiyor? Yunanistan uluslararası hukuka rağmen bunda başarılı olabilir mi?
‘Komşuluk hakkı’
Sorular uzayıp gider, ama yanıt değişmez: Yunanistan’ın her zaman olduğu gibi yanına menfaat paylaşımı anlaşması yaptığı büyük enerji şirketleriyle bir cephe kurup uluslararası hukuka rağmen Türk milletinin her bir bireyinin Doğu Akdeniz sularında ve dibindeki hakkını gasp etmesi çabası boşa çıkar. Yunanistan, komşusuyla hiç görüşmeden ve uzlaşmayı denemeden, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığına giren alanları da MEB ilan ederek, uluslararası deniz hukukunu ihlal etti.
Ama Yunanistan’ın bu konuda oldukça kurnaz davrandığını, Türkiye’yi yalnızlaştırmak ve uluslararası arenada tek başına bırakmak istercesine İsrail, Mısır, Katar, Amerika (ExxonMobil), Fransa, İtalya menşeli enerji şirketleriyle ortaklıklar kurup sondaj çalışmalarına gitmesi, kendi çapında “kurnazlık” olarak düşünülebilir. Ama uluslararası hukuk bu kurnazlığa ve menfaat ilişkisine göre farklı uygulanmaz. Türkiye’nin haklı çıkarlarının göz ardı edilmesi mümkün değildir.
Biz kendi hakkımız olandan dahi “komşuluk hakkı” diyerek paylaşma kültürü olan bir milletiz. Komşularımızdan da aynı şeyi beklemeyiz ama hakkımız olanın da elimizden alınmasına izin vermeyiz.
Türkiye de doğal gaz ittifakı kurmalı!
Türkiye nihayet, “Fatih” ve “Barbaros” adlı iki araştırma gemisiyle Doğu Akdeniz’de kendi hidrokarbon araştırmalarını başlattı. Ancak Türkiye’nin bunu yalnız yapması mı daha makul, yoksa doğal gaz alıcısı ülkelerle iş birliği mi yapması?
82 milyon nüfuslu, gelişmiş bir sanayi ülkesiyiz. Hem sanayi üretiminde hem de mekân ısıtmasında doğal gaza ihtiyacımız var. Doğu Akdeniz’den çıkaracağımız doğal gaz ihtiyacımızın büyük bir bölümünü karşılar.
Fakat doğal gazı tek başımıza aramamız yerine, uluslararası deniz hukukuna göre haklı menfaatlerimizi kabul eden ülkelerin enerji şirketleriyle “enerji ittifakı” kurarak aramamız ve birlikte hareket etmemiz daha diplomatik olur. Devir ittifaklar, uluslararası iş birlikleri devri. Amerika, Rusya ve Çin de çoğu zaman diğer ülkelerle iş birliği yapıp, ortaklıklar kuruyor! İş birliği yapacağımız ülkenin uluslararası alanda da yanımızda olup birlikte hareket edeceği de aşikâr. Doğal gaz ihtiyacını Rusya, Hollanda ve Norveç’ten karşılayan Almanya, Doğu Akdeniz’de birlikte doğal gaz arayabileceğimiz en uygun ülke. Türkiye’de de büyük yatırımları olan Alman kimya devi BASF’ın Wintershall ham petrol şirketi LetterOne doğal gaz şirketiyle birleşme kararı aldı. Ham petrol ve doğal gaz şirketleri artık birleşip Wintershall DEA AG olarak faaliyet gösterecek.
Wintershall Türkiye’de çok tanınmasa da, aslında uzun yıllardır Libya’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Norveç’te doğal gaz arama ve üretme faaliyetleri olan bir şirket. Birleşme sonrası, Ortadoğu’da petrol ve doğal gaz bakımından zengin bölgelerde keşif ve üretime odaklanmak istiyor.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Yunanlılar gibi, kendisine ortak bularak doğal gaz arama çalışmaları yapmasının uluslararası hukuka uygun tezlerinin daha güçlü ve etkili savunulması sonucu doğuracağı açıktır.
Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanlığı Müsteşarı Wittke’nin bir grup Türk gazeteciye yaptığı açıklamada, Almanya’nın Türkiye ile enerji alanında daha yakın iş birliği yapmak istediğini söylemesinden de, Almanya’nın Türkiye ile bu tür iş birliklerine hazır ve hevesli olduğunu gösteriyor.
‘Berlin’de Türkler var!’
21 Mart 2019 günü, benim de üyesi olduğum Berlin Alman Türk Toplumu Derneği’nin (DTG) her yıl olduğu gibi bu yılda İlkbahar Kokteyli yapıldı. Alman Türk Toplumu Derneği üyeleri ve yönetim kurulu üyeleri arasında eski müsteşarlar, milletvekilleri ve bakanlar var.
Asıl konuşmacı olarak Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmaier davet edilmişti ama o akşam Alman parlamentosunda ad okunarak oylama yapılacağından kendisi gelemedi, müsteşarı Oliver Wittke, onu temsilen konuşmasını yaptı. Bakanlıklarında bir Türkiye masasının kurulduğunu, Türkiye ile ilgili ekonomik iş birliğinin daha özenli ve dikkatli takip edilip destekleneceğini söyledi. Somut hangi iş birliği var veya planlanıyor, orası açık kaldı.
Ama asıl söylemek istediğim, Berlin’deki Türkler!
Artık üçüncü, dördüncü kuşak Almanya’da oldukça etkili. Emekli olanlar 6 ay Türkiye’de, 6 ay Almanya’da yaşamayı tercih ediyorlar. Ne Türkiye’den ne de Almanya’dan vazgeçebiliyorlar. 1990 yılında Avusturya’ya doktora yapmaya gittiğimde, okuryazarlığı bile olmayan rahmetli annem, “Oğlum iki ülke arasında bir şeyler yap, şirketler kur, ticareti geliştir” demişti. Ama ben tüccar değil, ticaret hukukçusu oldum!
Almanya’daki Türkler, yerel seçimlerle de çok ilgiliydiler. 1 milyon 405 bin 15 kayıtlı Türk seçmenin arasında bulunup bulunmadığı da önemli değil, Türkiye’deki siyasetle yakından ilgililer. Birçoğu sadece tatil için Türkiye’ye gelmesine rağmen, ciddi ciddi Türk siyasetini de takip ediyor ve görüşler oluşturuyorlar. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza da oy kullanma hakkı verildikten sonra, bu sonuç zaten kaçınılmazdı.
Türkler, sanatta, bilimde, yargı mekanizmasının her yerinde varlar. Siyasette de varlar! Tıpta da, eğitimde de! İş disiplini ve etiğinde, Alman gibi düşünüp, Alman gibi hareket ediyorlar. Türkler oralarda sadece sayılardan ve istatistiklerden ibaret değiller. Varlıklarını yaşadıkları toplumun her katmanında gösteriyorlar. Hem de yükselen yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığa karşı.
Fakat biz bir türlü yurt dışı Türkler üzerinden, yaşadıkları ülkelerle iş birliğini geliştiremiyoruz. Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın, Yunus Emre Enstitüsü’nün kurulması gerekli ve faydalı adımlar ama arzu edilen sonucu vermeye yetmiyor. Bu alanda fazla beklemeden ve gecikmeden “bi şey yapmalı”!
Not:Dün Avukatlar Günü’ydü. Tüm avukat meslektaşlarımın bu anlamlı günlerini kutlar, adaletin gerçekleşmesine artan bir şekilde katkılarının devamını dilerim.