Hayvan sevgisi çocuklara küçük yaşlardan itibaren aşılanması gereken bir durumdur. Çocuklar küçük yaşlarda anneleri tarafından sevilmek dışında diğer canlılar tarafından da sevilmek ister. Evde hayvan yetiştirmek çocuğun sosyal ve duygusal gelişimine destek sağlayarak aidiyet duygusunu ona yaşatacak ve sorumluluk almakla beraber çocuğun benlik gelişimini bu süreç olumlu yönde etkileyecektir.
Çocuğun id -ego -süperego üçgeninde tamamen kendisini düşündüğü yani dünyanın merkezine kendisini koyduğu erken çocukluk döneminde bir hayvan besleyerek paylaşma duygusu aşılanabilir ve buna bağlı empati becerisi geliştirilebilir.
Yeterince sevgi ihtiyacını tamamlamış yetişkin bireylerin günümüzde sokaklarda hayvanlara yönelik şiddetlerine hemen hepimiz şahit olmuşuzdur. Bu insanlar geçmişte diğer canlılara karşı merhamet duygusunu yitirmiş, mutluluğunu ya da mutsuzluğunu paylaşma becerisine sahip olamamış, sorumluluk sahibi olmayan, sevgisiz korkuyla büyüyen çocuklardır. Bu yüzden hayvanlara şiddet uygulayan yetişkinler öfke kontrol edinimine ihtiyaç duyarlar. Ancak bu çocuk iken karşılıksız sevgi ve güven bağı ile oluşturulmalıdır.
Küçük yaşlarda kendisinden farklı görünen, kendisinden farklı
2017-2018 eğitim-öğretim sürecine başlarken çocuklarda en temel karşılaşılan sorunlardan biri de okul fobisidir. Okul korkusu olarak da adlandırılan okul fobisi çocuğun okula gitmeyi reddetmesi durumudur.
Çocuğun yalnızca okula başladığı süreçte değil, sonrasında da görülebilen okul fobisi yalnızca anneden ya da evden ayrılma korkusu değil okulun fiziki şartları, öğretmenin otoriter rolü, akran baskısı ya da '' başarısız olacağım'' kaygısı gibi pek çok nedenden kaynaklı da olabilir.
Okul fobisi yaşayan çocuklar tek başına problem sahibi gibi görünseler de problemin kaynağı anne ya da baba hatta her ikisi arasındaki ilişkiden de kaynaklı olabilir.
Okul fobisi yaşayan çocukların anneleri ile ilgili yapılan araştırma bulguları incelendiğinde ise annelerin yaklaşık üçte birinin obsesyon. kişilerarası duyarlık ve psikotizm alanlarında ruhsal belirtiler gösterdikleri belirlenmiştir. Araştırmada okul fobisi olan öğrencilerin ortak özellikleri incelendiğinde orta sosyoekonomik seviyede çekirdek ailenin genelde ilk çocukları oldukları ve okul fobisi olan çocukların annelerinin ilkokul mezunu ev hanımı olmaları dikkat çekmektedir. Anne baba arasındaki şiddetli geçimsizlik de yine çocuğu
Yeryüzünde milyonlarca insanın eğitimi düşünüldüğünde teknoloji 20. yüzyılın ortalarından beri bir eğitim –öğretim niteliği taşımaktadır. Amerika İngiltere gibi ülkeler bilgisayar programlama dilini öğretme sürecine bile okul öncesi dönemde başlamıştır. Okul öncesi dönemde teknoloji kullanımının zararlı etkileri tartışılırken Amerikan Pediatri Akademisi 2 yaşından küçük çocukların belirli saat sınırları içerisinde ebeveyn katılımı ile çocuğun gelişimine faydalı olacağını onaylamıştır.
Türkiye gibi genç nüfuslu ve gelişmekte olan ülkeler için okul öncesi dönemde teknolojinin bir eğitim aracı olarak kullanılması büyük önem taşımaktadır. Türkiye nüfusu 2015 yılı sonu itibariyle 78 milyon 741 bin 53 iken çocuk nüfus 22 milyon 870 bin 683 olmuştur. Birleşmiş Milletler tanımına göre "0-17" yaş grubunu içeren çocuk nüfus, 1935 yılında toplam nüfusun %45'ini oluştururken 2015 yılında toplam nüfusun %29'unu oluşturdu. Buna ek olarak anaokuluna katılım oranı sadece %27’dir. Anaokuluna katılım sağlamayan çocuklar ise evde mobil cihaz dokunmatik medya araçlarına maruz kalmaktadır.
İKİ YAŞINDAN KÜÇÜK ÇOCUKLAR TABAKTAKİ YEMEĞİ BİTİRSİN DİYE TELEVİZYON İZLETMEYİN!
İki yaş gelişim döneminde çocuğun
Dünyanın neresinde olursa olsun, insanlar müzik duyduklarında içgüdüsel olarak ritim tutmaya ve müzikle senkronize olarak dans etmeye başlar ya da bir şekilde hareket ederler.
Darwin İnsanın Türeyişi (The Descent of Man ,and Selection in Relation to Sex) kitabında bundan şöyle bahseder;
‘’İnsan yetilerinin arasında en esrarengiz olanı müziktir.’’
İnsanlık tarihi boyunca müziğin bir grubu birbirine bağlayıcı etkide bulunduğuna dair araştırmalar yapılmıştır. Örneğin bir çalışmada birbiriyle senkronize olarak ritim tutan iki kişinin, senkronize olmayan bir şekilde ritim tutan iki kişiye göre birbirleri hakkında daha pozitif görüşe sahip oldukları görülmüştür.
Çocuklarda yapılan bir başka araştırmaya göre 8 yaşındaki çocukların bir kısmı 10 aylık bir müzik eğitimi sonunda müzik eğitimi almayanlara oranla sosyal davranış ölçeği sonuçları sempati yetilerinde ve sosyal davranışlarında kontrol grubuna oranla fazla puan almışlardır. Bir başka araştırma ise 4 yaşındaki çocuklar üzerinde yapılmıştır. Çocuklar iki gruba ayrılmış, birinci grup hep birlikte bir oyun oynarken, ikinci grup birlikte ritim tutarak hareket edip şarkı söylemiş, hep birlikte yürüme birlikte koşma gibi ritmik bir
Davranışçı ekolün ortaya atmış olduğu ödül ve ceza yıllardır çocuklarda uygulanması tartışılan bir konudur.
Çocuklarda istendik davranışların tekrar etmesi için davranıştan sonra çocuğa verilen ödüller o davranışın gerçekleşme olasılığını artıran pekiştireçlerdir.
Çocukta istenmeyen davranışlarda ise verilen cezalar ile o davranış söndürülmeye çalışılır. Bu ekole göre karşımızdaki çocuğun davranışlarını onaylıyorsak ödüllerle pekiştirir, onaylamıyorsak ve ortadan kaldırmak istiyorsak cezalandırırız.
Çocuk bu modelde her davranışına karşılık aldığı tepkileri zihninde kodlar ve davranış-tepki eşleştirerek bir süre sonra ‘’böyle yaparsam şunu elde edebilirim ancak şöyle yaparsam canım yanabilir ya da keyfim kaçabilir.’’ gibi düşünmeye başlar. Adeta verilen tepkilere dönük denklemler kurarak yaşamı boyunca herkese karşı onları kullanır.
Burada yıllardır tartışılan şey ödül ya da cezanın verilmesi değil onun kim tarafından hangi aralıklarla verildiğidir. Anne için onay verilen –kabul edilen davranış bazen baba için kabul edilemez bir davranış olabiliyor. Bu gibi durumlarda çocuk annenin ödüllendirdiği babanın onaylamadığı davranış karşısında davranışın sorumluluğunu almamayı tercih ediyor
Neredeyse her yerde karşılaştığımız bir davranış ‘’burun karıştırma’’.
Trafikte kırmızı ışıkta iken göz göze gelince ellerini burnundan çeken insanlar, ya da iş yerinde yoğun şekilde çalışmaya dalmışken kafamızı kaldırdığımızda iş arkadaşımızın burnunu kurcalarken yakalamak.
Bu bir hastalık mıdır?
Psikolojik olarak ne gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır?
Çocuğumun sürekli eli burnunda, bu durum beni rahatsız ediyor.
Gözümüze hoş görünmeyen bu davranış biçimini sırf ortadan kaldırmak için karşımızdaki çocuğa ya da kişilere kendi kafamıza göre birçok hastalık tanısı koyarız. Karşımızdaki bir kişi ise ‘’sende tik bozukluğu var ‘’ ya da karşımızdaki çocuk ise ‘’sen kötü çocuk olursun elini çekmezsen gibi.’’
Eğer elini burnundan hiç çekmeme durumu varsa yani bu kompulsif sık tekrarlanan bir durum ise ve gerçekten elini kullanma işlevini bozma derecesinde ise ancak bir tür rahatsızlık olarak doktora başvurulabilir. Öncelikle çocuğun gideceği yer kulak burun boğaz bölümünden sinüslerinin kontrolü olacaktır. Burun mukozasındaki salgının kuruyup onu rahatsız etmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı kontrol edilmelidir. Burnumuzdaki tüycükler dışardaki kirli havanın süzülüp akciğerlerimize
Gittiği her davette çocuklarını yanından ayırmayan eski futbolcu David Beckham Tanzaya‘ya gittiği tatilde kızı Harper’ı dudağından öptü ve sosyal medyada bunu övünerek paylaştı.
Kız çocuğuna bebek elbisesi örmesiyle gündeme gelen örnek babanın bu fotoğrafı sosyal medyada 2 milyon beğeni aldı.
Tanzaya ‘ya tatile giden baba onca psikolog, pedagog, psikolojik danışmanın ailelere verdiği cinsel eğitimin beraberinde istismar ve mahremiyet eğitimini de tek fotoğrafla özetledi.
Bu sağlıklı bir sevgi ifadesi biçimi değil!
Geçtiğimiz ay da Harper ‘ın doğum günü partisinde Victoria kızını dudağından öperken sosyal medyada bir fotoğraf paylaşmıştı. Ancak yapılan tüm eleştirilere rağmen iki ünlü de hala sessizliğini koruyor. Çocuklarda sevginin ifade biçimi bu olmamalı.
Çocuklar Vücuduna Aldığı Her Dokunuşu Kodluyor!
Şu kötü dünyada sizin içiniz fesatlaşmış, kendi çocuğum istediğim gibi severim demeyin!
Çocuklar henüz dokuz aylıkken vücuduna aldığı her dokunuşu kodlamaya başlıyor.
Problem; mevcut durum ile olması gereken durum arasındaki farkın bulunması olarak adlandırılabilir. Kişi tarafından algılanan bu farkın fark edilmesi durumunda bir problemin varlığından bahsetmek mümkün olur. Aksi halde kişiyi rahatsız etmeyen ya da yaşamının işlevselliğini bozmayan farklar bir sorun olarak karşımıza çıkmaz.
Anne-baba- çocuk ilişkisinde genellikle problem, anne ve babalar tarafından davranışın kabul edilebilir veya kabul edilemez oluşu ile ilişkilendirilir. Hangi davranışın kabul edilebilir, hangi davranışın kabul edilemez oluşunu belirleyen tek başına davranışın kendisi değildir. Davranışın sergilendiği ortam, çocuğun yaşı, anne ve babanın o anki duygu durumu da kabul edilemez faktörlerdendir.
İşte bu kabul edilemez davranışlar aslında çocuğun değil anne –babanın problem durumudur. Bir problem esnasında bu durum ‘’kim için sorun?’’ ya da ‘’kime ait problem?’’ gibi soruları öncelikle kendinize sorarak işe başlayabilirsiniz. Eğer bu çocuğa ait bir problem ise önce ondan problemini tanımlamasını, sonra bu konuda kendisinin ne düşündüğünü ve en son olarak ne hissettiğini paylaşmasını isteyebilirsiniz. İşte kilit nokta; önce bir durumu saptamak, sonra düşünce