Nüfusbilimciler “yaşlanıyoruz” iddiasının kesinlikle gerçeği yansıtmadığını söylüyor. Peki o zaman bu abartılı vaveylanın sebebi ne?
Yaşlanıyoruz da yaşlanıyoruz... Daha çok çocuk yapmamız lazım... En az 3 çocuk... Genç nüfus = Büyük Türkiye...” Son 10 yılda ne çok duyduk bu lafları. Peki nüfusun yaşlandığı doğru mu? İşinin ehli nüfusbilimcilerle konuştum. Onlara göre bu iddia kesinlikle gerçeği yansıtmıyor. O zaman bu abartılı vaveylanın sebebi ne? Zihnimizi açan nefis bir araştırmayla tane tane anlatmaya çalışalım.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün yaptığı
2013 Nüfus ve Sağlık Araştırması (Sağlık ve Kalkınma bakanlıkları ile TÜBİTAK’ın da içinde bulunduğu, uluslararası kuruluşların veri kabul ettiği en büyük nüfus ve sağlık araştırması) sonuçları açıklandı. 65 yaş ve üzeri nüfusun oranı ilk kez yüzde 8’e çıkmış. O yüzden nüfus yaşlanıyor yaygarası koparılıyor. Pes! Yahu ülkede insan ömrü uzamış, fena mı!
Türkiye’de insanlar ortalama 72-73 yaşına kadar yaşadıkları yani ölmedikleri için nüfus yaşlı görünüyormuş meğer. Bu şu demek, emekli sayısı arttıkça sosyal güvenlik ve sağlık harcamaları da artıyor. Genç nüfusun masum gribal rahatsızlıklarının yerini emeklilerin pahalı kardiyovasküler sağlık harcamaları alıyor. Neoliberal ekonominin sevmediği kesim onlar. Devletin sırtında yükler. İşin özü bu.
Nasıl bir yaşlanmaksa! Nüfusun yarısı 30 yaşın altındaymış. Hatta yüzde 26’sı 15 yaşın altında. Genç nüfusun işsizlik oranı düşünüldüğünde, “En az 3 çocuk!” söyleminin mantıklı hiçbir zemini olmadığı daha net anlaşılır.
Doğurganlık seviyesi aynı ama algılanışı farklı
Hem genç nüfus isteyeceksiniz hem bunun sosyoekonomik altyapısı için kılınızı kıpırdatmayacaksınız. Böyle olunca bu kadar propagandaya rağmen çocuk sayısında artış gerçekleşmemiş. Çünkü insanlar bakabileceği kadar çocuk yapıyorlar. Doğurganlık seviyesi son 10 yıldır 2.1 düzeyinde. Ancak ısrarlı söylem, ideal çocuk sayısını yani algıyı değiştirmeyi başarmış. Bölgesel farklılıklar ise dikkat çekici. Kadın başına ortalama çocuk sayısı Batı Anadolu’da 1.9 iken, Doğu Anadolu’da 3.4... Kürt nüfusun giderek artmasının tehdit olarak algılandığı ve MGK’larda görüşüldüğü yılları hatırlayın. Acaba “En az 3 çocuk!” ısrarının altında bu kaygı da mı var? Yoksa o günler geride kalmadı mı?
Araştırmayla kadınların istihdamdan çekildiği gerçeği de ortaya çıktı. Öncelikli gerekçeleri ise çocuk bakımı. Hem çok çocuk diyeceksiniz hem de işyerlerinde kreş açılmamasına göz yumacaksınız, denetim yapmayacaksınız. Çoğalma çılgınlığının nedenlerinden biri de muhafazakar ideolojinin, “kalabalıktan” akıl almaz bir haz duymasının yanı sıra kadının asıl yerinin ev olduğuna dair inancıdır.
Hasret gidereceğiz
Onur Aydın’ın aynı isimli kendi kitabından senaryolaştırarak çektiği “Yağmur - Kıyamet Çiçeği”, 12 Aralık’ta vizyona giriyor. Çernobil faciasının buluşturduğu kahramanları, Trabzonspor’un unutulmaz sezonu 1996’yı, bir aşk hikayesini ve Kazım Koyuncu’yu izleyeceğiz... Engin Hepileri’nin Koyuncu’yu canlandırdığı bu filmi, hem bölgeyi ve Çernobil’in yıkımını bilen hem de Kazım’ı tanımış biri olarak heyecanla bekliyorum. O sadece bir müzisyen değildi, genç yaşında insanların hayatlarına dokunmayı başarmış, az sözle çok şey anlatmış olağanüstü biriydi. Şair ceketli çocukla hasret gidermemizi sağlayacağın için teşekkürler Onur Aydın.
Yasemin Yalçın’dan konser
Usta oyuncu, canım arkadaşım Yasemin Yalçın ile günaşırı telefonlaşıyoruz. Yarın akşam Beşiktaş Kültür Merkezi’nde konseri var ve kendisi ağır bir grip atlattı. Günlerdir serum yiyor. Tanıyanlar bilir, titiz bir sanatçıdır, işine saygısı bambaşkadır. Haftalardır sinemaya, alışveriş merkezine bile gitmiyordu sesine zarar gelmesin diye. Ama konser için diktirdiği elbisenin provasında kapmış mikrobu. Yerinde olsam bana grip bulaştıranı öldürürdüm! O ise bu koşullarda bile gülmeyi başarıyor, “Benim ölüm yeter ayol!” diyebiliyor. 70’li yılların arabesk şarkılarından oluşan “Arasırabesk” albümüyle kısa zamanda hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi edinen Yalçın konserde bize birbirinden güzel türküler de söyleyecek.
Siz kim oluyorsunuz!
Ülkeyi yönetenler “dindar nesil” istediklerini her fırsatta kayıtlara geçirdiler ama yeri geldiğinde bizim gibilerin yaşam tarzına saygı gösterdiklerini de söylediler. Bunun koca bir yalan olduğunu biliyorduk, geldik bugünlere... Bu ne cüret! Benim çocuklarıma Sünni-İslam dayatmanızı kabul edeceğimi nereden çıkardınız? Çocuklarımın nüfus cüzdanında din hanesi boşken siz tutmuş tek din-tek mezhep eğitimiyle çocuklarımı kendinize benzetmeye çalışıyorsunuz. Onlar için mücadele etmeyeceğimi mi sanıyorsunuz? Yargı da dahil her zeminde hodri meydan!
“Kadrolaşma Kıskacında Eğitim”, “Eğitime Dinci Çember”, “Yeni Sağ
Yeni Aldatmaca” gibi kitapları bulunan, eğitimci kökenli eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı ile konuştuk. Özetle şunları söyledi: “Yapılan, Milli Eğitim temel yasasına, anayasa, çocuk hakları vb. uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Bunu ancak geri kalmış, diktatörlükle idare edilen ülkelerde yapabilirsiniz. Anaokulunda, ilkokulda, çocuğun kişiliğinin gelişme yaşında siz ona kendi iradesi dışında olduğu gibi anne babasının iradesini de dışlayarak dini eğitimi dayatıyorsunuz. Bunlar zaten 4+4+4 ile büyük ölçüde dinselleşmiş eğitimi daha da genişletmektir. Kuran kurslarında yaş sınırını da bunun için kaldırmışlardı. Bu bir karşı devrimdir.”
Kısa filmin gücü
3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde 12 dakikalık olağanüstü bir film izledim.
Öyle ustaca işlenmiş ki konu. Siz ne olduğunu anlamaya çalışırken gümmm! Kısa filmin gücü... Engelsiz Pedal Derneği’nin 2011 yılından bu yana yaptığı harika bir işi anlatıyor Miki Film’in çektiği “Makam Şoförü”. Onları hiçe sayan mimari ya da toplumsal baskı nedeniyle evinden dışarı çıkamayan engelli çocukları sepetli bisikletlerle gezdiren, onlara bir anlamda makam şoförlüğü yapan gençlerle bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Hem onların hem “Tekerlekli sandalyede gezince insanlar acıyarak bakıyorlar bana ama bisikletle bambaşka” diyen o sevimli küçük kızın mutluluğuna tanık oluyorsunuz. Daha
fazla bisiklete ve şoföre ihtiyaçları var. Engelsiz Pedal’a ulaşın lütfen.