Dört yıl önce intihar eden Onur Yaser Can’ın babası, 2 Mart’ta oğlunun acısına dayanamayarak onunla aynı yolu seçen Hatice Can’ın eşi Mevlüt Can: “Evladınızı koruyun! Evladınızı çok iyi koruyun çünkü bu ülkede çok zalim var!”
Can ailesi ile görüşmeye giderken aklımda tek bir soru var: Bu kadar acıya yürek nasıl dayanır? Hem evladını hem evladını kaybeden
anayı yitirmek...
Bir ana, Hatice Can, 2 Mart 2014 günü, biricik oğlu Onur Yaser Can
gibi bir vedayı seçti. “Polis tarafından işkence gördüğü için intihar etti” dediği oğlundan yaklaşık dört yıl sonra, hukuka inancımı yitirdim diye bağırarak adeta,
o da intihar etti. Hani “Analar ağlamasın” deniyordu ya. Artık ağlamıyor analar. İntihar ediyorlar.
“İşkenceyi görenler! Duyun sesimizi”
Baba Mevlüt Can ve kızı Ezgi ile konuşurken cümleler boğazımda düğümlendi. İki saatin sonunda,
“Bir evladın ne emeklerle büyütüldüğünü biliyorum ve size söyleyecek söz bulamıyorum” diyebildim vedalaşırken. “Evladınızı koruyun!” diye yanıt verdi Mevlüt Can. “Evladınızı çok iyi koruyun çünkü bu ülkede çok zalim var!”
Komşularıyla, evin önündeki taksi durağındakilerle konuştum. Kimse
ölümü yakıştıramıyordu ana-oğula.
Peki kim yapmıştı bu zalimliği?
“Onları bulana kadar mücadeleden vazgeçmeyeceğiz” diyor baba-kız. Tıpkı Onur’un ölümünün birinci yılında gazetelere verdikleri ilandaki gibi sesleniyorlar, “Onur’a 2 Haziran 2010’da götürüldüğü İstanbul Emniyeti Narkotik Şube’de yapılan işkenceyi görmelerine, duymalarına rağmen susanlar mühürlü kalplerini açıp konuşurlarsa insanlığın onuru kazanacak!”
Nasıl biriydi Onur Yaser? Nasıl vazgeçebildi hayatından?
Mevlüt Can: Çok özel bir çocuktu. Onunla hep iftihar ettik. Mavişimiz çok da yakışıklıydı. Sadece biz emek vermedik ona, Onur da kendisine çok emek verdi. Entelektüeldi, müzisyendi, ressamdı, sporcuydu, dalgıçtı. Şahane yüzerdi! Hayatı boyunca bizden sakladığı tek olay intiharıydı. Ne yazık ki yetişemedik.
Ezgi Can: Ben Fransa’ya (ODTÜ Sosyoloji’yi birincilikle bitiren Ezgi, Paris’te müzik üzerine yüksek lisans yapıyor) İstanbul üzerinden gittiğim için ölümünden birkaç gün önce yanındaydım. Terslik olduğunu fark ettim. Sordum, anlatmadı. Abimi tanısaydınız bunun bir intihar değil cinayet olduğunu anlardınız. Hayat doluydu!
Mevlüt C.: Üç dil öğrenmişti.
Ezgi de öyle. Bence işkenceci polislerin aşağılık kompleksi de etkili oldu.
Ezgi C.: Annemle babam uzun uğraşlar sonucu sorgu gününün görüntü kayıtlarını aldılar ama sorgunun görüntüsü yok.
Mevlüt C.: Emniyetin en önemli biriminde insanların sorgulandığı yerde kamera olmaz mı? Bize asansör önü, koridor gibi yerlerin görüntüleri verildi. Oğlumu tanıyorum. Başı dik, aslanlar
gibi giriyor; omuzları düşmüş, perişan halde çıkıyor.
“Son mahkeme kararı annemi çok sarstı”
Hatice Can, gazeteci İsmail Saymaz’ın 2012 yılında çıkan kitabı “Sıfır Tolerans”ta, “Her gün bilgisayar başında mesai yapar gibi oğlumun hak mücadelesi için çabalıyorum. Beni ayakta tutan güç bu” demişti. Ne oldu da mücadeleden vazgeçti?
Ezgi C.: Annem çok çabaladı vazgeçmemek için. Fransa’ya yanıma geldi. Esnafla, komşularla dost olmuştu. Fransızca kursuna gitti. “Benim dayanağım sensin ve bu mücadele” diyordu. Annemin tercihi de ağabeyiminki gibi aslında politik bir eylemdi. Bir isyan çığlığı!
Mevlüt C.: Hatice hayat dolu, çok yetenekli, herkesin sevdiği bir kadındı. Türkiye’de kadınların yaşam koşullarını iyileştiren düzenlemelerin çoğunda
emeği vardır. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nde çalıştı yıllarca.
40 yaşından sonra yüksek lisans yaptı. Tezi kadın hakları üzerineydi. İyi derecede İngilizce bilirdi. Çok güzel
saz çalar, türkü söylerdi.
Ezgi C.: Ağabeyimin ölümünden sonra eline almadığı sazı için “Bir
gün onu da yapacağım” derdi. Son mahkeme kararı onu çok sarsmıştı.
Mevlüt C.: İstanbul 8. İdare Mahkemesi aslında işkenceyi tespit etti. Ancak İstanbul İl Disiplin Kurulu iki polise sadece maaş kesim cezası verdi, sonra 300 gün kıdem durdurmaya çevirdi bunu. Amaç, Danıştay’da önümüzü kesmek. İtiraz ettik. İdare Mahkemesi, “Sizin bu konuda zarara uğramışlığınız
ve dava açma hakkınız yok” dedi.
“Yaşayan ölüler gibiyiz ama mücadeleye devam”
Bir iddianız daha var. Alevi olduğunuz için oğlunuzun kötü muameleye maruz kaldığını mı düşünüyorsunuz?
Mevlüt C.: Onur’un nüfus cüzdanında Hatay Samandağ’a kayıtlı olduğu yazıyor. Bir polis var o ekibin içinde. Yine
o bölgeden ve bence Alevi düşmanı.
Bu ülkede ayrımcılığı körükleyen
herkes bu cinayetlerden sorumludur. Oğluma işkence altında imzalattırılan sahte belgelerde avukat talep etmediği, yakınlarına haber verilmesini
istemediği yazıyor.
Ezgi C.: Yaşayan ölüler gibiyiz ama mücadeleye devam edeceğiz. İşkenceyi gören birilerinin vicdanının sesini dinleyerek ortaya çıkmasını bekliyoruz.
İntihara sürükleyen olay
Mimar Onur Yaser Can, 28’inci yaş gününden bir gün önce, 2 Haziran 2010’da 11 gram esrar satın aldığı iddiasıyla yakalandı, İstanbul Emniyeti Narkotik Şube’de sorgulandı. Çok yakın iki dostuna anlattığına ve intiharının ardından cebinde çıkan notta yazdığına göre, burada “ince arama”dan geçirildi. Yani çırılçıplak soyularak anüsüne dahi bakıldığını,
cinsel istismara uğradığını, aşağılandığını söyledi. Emniyete girerken doktor kontrolü yapılmamıştı. Çıkarken yapılan kontrolde ise kendisini sorgulayan polisler yanındaydı.
Görgü tanıklarının ifadesine göre doktordan çıkarıldıktan
1.5 saat sonra bırakıldı. Bu süre zarfında nereye götürüldüğü öğrenilemedi. İfade tutanağının tarihinde hata yapılmış denilerek 4 Haziran’da yeniden çağırıldı. Emniyetin kafeteryasında önüne konulan tutanağı imzalaması istendi. Esrarı arkadaşlarıyla içmek için aldığı yazıyordu. Bu onu, “denetimli serbestlik”le kurtaracağı “içicilik” yerine, cezası 5 yıl hapisten başlayan ciddi bir suça itiyordu. “Böyle
bir ifade vermedim” dese de imzaladı. Ölene kadar takip edildi, muhbirliğe zorlandı.
Ölümünden sonra Onur’a dava açıldı
“Dosya gizli” denerek avukatına dahi verilmeyen ifade tutanağı ise ilk ifadesiydi, resmi imzaları eksikti. 24 Haziran
için yine ifadeye çağrıldı.
23 Haziran’da, Ankara’daki ailesine telefonda “Başım dertte” diyebildi. Hemen yola çıktılar ama yetişemediler. Kendisini evinin penceresinden çırılçıplak, boşluğa bırakmıştı. Ambulans geç geldi. Ölümünden 15 gün sonra Onur’a dava açıldı. Can ailesine göre Onur’un öldüğünü bilen polis dosyayı başından atmak için alelacele savcıya göndermişti. Aile onlarca şikayette bulundu, dava açtı.
Dört yıl sonra umudu tükendi
Savcılığın Narkotik Şube bilgisayarlarında yaptırdığı teknik incelemede Onur’un salıverilmesinden sonra beş polis memuru tarafından şifreleri girilerek, dokümanlarda değişiklik yapıldığı saptandı. İfadesinin salıverildikten sonra düzenlendiği de. İki polis, evrakta sahtecilik suçundan
2’şer yıl 6’şar ay hapse çarptırıldı, devlet memurluğundan men edildi. Buna karşın altı polis hakkında “işkence ve cinsel saldırı” iddiasına ilişkin üç ayrı savcının 11 ayda yaptığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına hükmedildi. Aile AİHM’e başvurdu. 2012-2013 ylında bu kez 11 polis memuru ve amirleri hakkında işkence, cinsel saldırı, sahtecilik, adaleti yanıltma, görevi ihmal ve kötüye kullanma da dahil birçok suçtan yapılan ikinci suç duyurusunun soruşturmasında da kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Aile, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Yaklaşık dört yılın sonunda anne Hatice Can’ın umudu tükenmişti. 2 Mart 2014 günü, oğlu gibi evinin penceresinden kendini boşluğa bıraktı. n