İçinde yaşadığımız dünyada kahkahayla gülmek, bunca kötü insana ve kötücül düşünceye karşı açık bir başkaldırıdır. O halde hepsine inat, gülmeye devam!
Gülmeyi çok severim. Hem de nasıl! Kahkahalarım meşhurdur. Yaşım ilerledikçe gülmekten vazgeçeceğimi sananları yanılttığımı görmek ayrıca hoşuma gider. 40 yaşına merdiven
dayadım, uluorta kahkaha atmaktan hâlâ müthiş zevk alırım. Erken doğum yapmamın sebebinin kahkahalarım olduğunu sanan dostlarım var yahu!
Çok güldüğüm için ciddiye alınmayacağım uyarısında bulunan asık yüzlü (ve pek tabii akıllı) akademisyen arkadaşımdan, güler yüzle soru sorduğum için haber kaynaklarımın beni aptal yerine koyduğunu ve her şeyi uluorta anlatıp manşeti ağızlarından kaçırdığını ima eden (kıskanç erkek) meslektaşıma kadar, birçokları için “akıllı” addedilmenin yolunun suskunluk, “ağırbaşlı” addedilmenin yolunun gülmemek olduğunun farkındayım. Hadi oradan! Hepsine inat, gülmeye devam!
Ağzımızı da kapatacakmışız
Kahkahayla gülmek, bunca kötü insana ve kötücül düşünceye karşı açık bir başkaldırıdır. Erkeklere toplu taşıma araçlarından işyerindeki masalarına kadar bacaklarını
180 derecelik açıyla açarak oturma özgürlüğü veren bu dünyanın, biz kadınlara sadece bacaklarımızı değil, ağzımızı da kapatmamızı buyurmasına hadi oradan diyorum! Kahkaha atmakta ne kadar haklı olduğumu kanıtladığı için de Bülent Arınç’a huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.
Ne demişti Arınç? “İffetli olacak erkek. Zampara olmayacak, eşine bağlı olacak, çocuklarını sevecek. Kadınsa, o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak.”
Eleştirilere karşı, bir cümlesinin cımbızlanarak haksızlığa uğradığını söyleyerek kendisini savunan Arınç acaba biz kadınları diri diri gömmeyi düşünenlerin eline kovayla çimento taşıdığının farkında mı? Cevap evetse durum daha da vahim!
Şansa bakın ki bu açıklamanın hemen ardından -ilk imzalayıcısı Türkiye olan-
11 ülkede 1 Ağustos itibariyle yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi, “iffet”in şiddete mazeret olamayacağını söylüyor çok şükür!
İş gücüne katılan kadınlar ve muhafazakarlar
İslamcı muhafazakarların neoliberalizmle buluşmasının diyetini en çok kadınlar ödüyor. Karşıt gibi görünen bu iki dünyanın işleri nasıl da uyumlu yürüttüğünü, sosyal devletten sadaka toplumuna dönüşümü, kadınların birey yerine ailenin bir parçası olarak kabul edilmesinden yola çıkılarak geliştirilen “esnek”, “yarı zamanlı” ve “ev eksenli” çalışma koşullarının bizleri hiçleştirdiğini anlata anlata dilimizde tüy bitti.
Ak Parti iktidarının ilk yıllarında (o dönem feminist hareketin gücünü ve kadın örgütlerinin lobiciliğini de yabana atmamak gerek) “kadın hakları” meselesinde duyarlı bir profil çizen muhafazakar siyasetçilerin aslında nerede durduklarını
iyi biliyorduk. Geldiğimiz noktada kadınların iş gücüne katılım oranları düştü, kadınlar her gün öldürülüyor ve sesleri daha da kısılmaya çalışılıyor. İşte tam burada neoliberal hinlik ve adına “istatistik” denilen üçkağıtçılık devreye giriyor. Kadın istihdamı azalırken nasıl oluyorsa TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre artmış görünüyor.
Bünyesinde 20 federasyon ile 143 derneği barındıran TÜRKONFED (Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu) ilkini
2007 yılında gerçekleştirdiği “İş Dünyasında Kadın” raporunun ikincisini yayımladı. Değerli akademisyenlerle çalışılmış kapsamlı bir rapor. “Kadın istihdamı” konusunda Türkiye’nin en yetkin ismi, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Kadriye Bakırcı’nın da ekipte olduğunu görünce satır satır okudum.
Nedir bu artışın kerameti?
2013 yılı verilerine göre kadınların iş gücüne katılım oranı AB ülkelerinde yüzde 62.5, Türkiye’de ise yüzde 32.8... Dikkat çeken detay, Türkiye’de bu oranın altı yıl öncesine göre 5 puan artmış olması. Oysa biliyoruz ki kadınlar yavaş yavaş iş dünyasından kopuyor, evlerine kapanıyor. Peki nedir bu işin kerameti?
Evde bakım hizmeti yapan (yaşlılara ve engellilere bakan) kadınlara devlet ücret veriyor ama bu kadınlar sigortasız yani kayıt dışı... Ama TÜİK devletten bu ücreti alan yaklaşık 500 bin kadını istihdama dahil gösteriyor. Buna yine sigortasız mevsimlik kadın işçileri de ekleyin. Oh ne âlâ Mualla!
Selçuk Dereli’den Filistin’e ağıt
FIFA kokartlı emekli hakem Selçuk Dereli’yi sahalardayken bildiğini okuyan biri olarak tanırdık. Sonra Aziz Yıldırım’ı (şahsına hakaretten) dava ede(bile)n tek hakem olarak kazındı hafızalara. Davadan kazandığı tazminatı Hayvanları Koruma Derneği’ne bağışlayınca anladık ki muzip biri aslında. Hakemliğe devam ettiği günlerde katıldığı bir televizyon programında eline verilen bağlamayı ustalıkla çalmış, “Gesi Bağları”nı söylemişti. Vay be, müziğe de yeteneği var demiştik.
Meğer müzik eğitimi altyapısı varmış zaten.
Ürperten hikaye
“Hakkım yeniyor” diyerek emekliye ayrılması gibi 2011’de CHP’den milletvekili adayı olması da büyük sürprizdi. Parti onu yedinci sıradan aday gösterse de Mersin’de canla başla çalıştı. O dönemde verdiği bir röportajda, “30 yıl Maraşlıyım diyemedim” demişti.
Samimi bir dost meclisinde kendi ağzından dinlemiştim
o tüylerimi diken diken eden hikayeyi... TÖBDER üyesi öğretmen babasının sırf solcu olduğu için Maraş katliamında nasıl hedef gösterildiğini, her gün evlerine girip çıkan komşularının kendilerini öldürmeye çalıştığını, yaşadıkları köyden kaçarken arabalarının tekmelendiğini, üstlerine yağan kurşunlardan şans eseri kurtulduklarını anlatırken gözleri dolan Selçuk Dereli, “Çocuklarımın bunları yaşamaması için siyasete
girdim” demişti. O şimdi Türkiye’nin en önemli belediyesinin, Çankaya’nın başkanvekili... Selçuk Hoca’nın yakında Filistinli çocuklar için
bir ağıt okuyacağını ve bu parçanın gelirini de Filistin’e göndereceğini öğrendiğimde aklıma Maraş katliamından sağ kurtulan o küçük çocuğun gözleri geldi. Mazlumun halinden yine zulüm görmüş anlar. Bravo Selçuk Hoca!