Bayrak krizi iyi bildiğimiz bir senaryonun yeniden devreye sokulmasıdır. Bize düşen ise bu filmin bir kez daha gösterime girmemesi için geçmişi hatırlatmaktır!
Siyaset kurumu için ilaç gibidir “kutsallara saldırdılar” edebiyatı ve her zaman müşterisi vardır. Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran bayrak krizi, o çok bildik senaryonun yine, yeniden devreye sokulmasıdır. Barış süreci devam ederken (nasıl ettiği de meçhul ya!) bölgeye inşa edilmek istenen kalekollar kimse tarafından sorgulanmazken, öldürülen Kürt gençleri haber bile olmazken, evindeyken gözüne isabet eden gaz kapsülüyle yaralanan 6 yaşındaki çocuk kendini ülkenin asıl sahibi görenlerin yüreğini dağlamazken bize düşen bu filmin bir daha gösterime sokulmaması için geçmişi hatırlatmaktır!
l 6 Eylül 1955’de Demokrat Parti yanlısı İstanbul Ekspres, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle çıktı. Tirajı 20 bin iken o gün 290 bin adet basılan gazeteyi Kıbrıs Türktür Derneği dağıttı. Rum yurttaşların işyerleri, evleri, ibadethaneleri yağmalandı. Türk basınına göre 11 kişi öldürüldü. Yüzlerce kadına tecavüz edildi.
l 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı’nda -askeri darbe hazırlığı yaptığı MİT raporuyla belgelenen- kontrgerilla,
Gezi eylemlerine damgasını vuran sloganlardandı “O son birayı yasaklamayacaktın”, “Alkolü yasakladınız, millet ayıldı”... İnsanlar 2013 yılının mayıs ayında en başta yaşam tarzlarına yönelik müdahalelere karşı çıkmak için sokaklara döküldüler. Gezi’nin yıldönümünde, yaşananlardan ders çıkarması gerekenlerin “ötekileştirici” söylemlerinin dozunu daha da artırdığını görüyoruz maalesef.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin, 4 Haziran Çarşamba günkü köşesinde, “Başbakan kafayı bu kez demlenenlere taktı” diye yazdı. Başbakan’ın Soma faciasını eleştirenleri bile “demlenenler” olarak yaftalamasına itiraz eden Ergin uyarıyor: “Demlenmenin siyasal iktidar tarafından bir olumsuzlama, kötüleme aracı olarak kullanılması, insanların içtikleri için bir karalama öznesi haline getirilmesi yaşam tarzına açık bir müdahaledir. Müdahalenin muhakkak fiili güç kullanılarak yapılması gerekmez.”
Yüzümüzü güldüren tabela
Geçtiğimiz hafta Bodrum’da bir balık restoranında yemek yerken menüdeki yerli şarapların çeşitliliği dikkatimi çekti. Neden bunları marketlerde göremiyoruz diye sorunca mekan sahibi dert yandı. “Türkiye’de son yıllarda gelişen bağcılık, Alkol yasağı olarak bilinen yasayla büyük darbe
Dört yıl önce intihar eden Onur Yaser Can’ın babası, 2 Mart’ta oğlunun acısına dayanamayarak onunla aynı yolu seçen Hatice Can’ın eşi Mevlüt Can: “Evladınızı koruyun! Evladınızı çok iyi koruyun çünkü bu ülkede çok zalim var!”
Can ailesi ile görüşmeye giderken aklımda tek bir soru var: Bu kadar acıya yürek nasıl dayanır? Hem evladını hem evladını kaybeden
anayı yitirmek...
Bir ana, Hatice Can, 2 Mart 2014 günü, biricik oğlu Onur Yaser Can
gibi bir vedayı seçti. “Polis tarafından işkence gördüğü için intihar etti” dediği oğlundan yaklaşık dört yıl sonra, hukuka inancımı yitirdim diye bağırarak adeta,
o da intihar etti. Hani “Analar ağlamasın” deniyordu ya. Artık ağlamıyor analar. İntihar ediyorlar.