BENDEN yardım isteyen okurlarımız sordu:
“İzmir’in klimalı otobüsleri, cehennem sıcaklarını yaşadığımız bugünlerde ortalıkta pek yok. Nerede bu araçlar?..”
Cevabını bulmak için araştırdım.
Geçen yaz İzmirlilerin püfür püfür seyahat ettiği yepyeni otobüsler ya garajlarda ya da atölyelerdeymiş meğer.
Anlayacağınız Büyükşehir Belediyesi’nin tam 53 milyon Euro harcayarak aldığı 100’ü körüklü, 200’ü solo klimalı otobüslerin birçoğu yatıyor.
İzmirliler ise eski araçlarda kan-ter içinde yolculuk yapıyor.
Neden mi? İşin uzmanları anlattıkça anlatıyor...
Filoya 2008 sonlarında ve geçen yıl katılan bu 300 aracın bir bölümünün kliması arızalıymış.
Körüklü otobüsler sık sık defransiyel ve şanzıman sorunu çıkarıyormuş.
Her biri 145 bin solo otobüslerin bazılarının karoserleri sorunluymuş, başka arızalar da varmış.
Ve işin kötü yanı ise arızalar garanti kapsamı dışında kaldığı için fatura ESHOT’a çıkmış.
Yüklü bakım-onarım masrafı bir yana, teknik ekip de bu yeni otobüsler karşısında ne yapacağını şaşırmış, yetişemez hale gelmiş.
Büyükşehir’in 53 milyon Euro ödediği bu otobüslerde sık sık meydana gelen sorunların üretici firmalara bildiriminde gecikme yaşandığı öne sürülüyor.
İddiaya göre bu yüzden garanti haklarından yeterince yararlanılamamış.
Okurlarımızın bilgisine sunuyorum...
Bu arada son gelen bilgiye göre Ramazan’la birlikte seferdekilere biraz daha takviye yapılmış...
Orada biri var mı?
BİZ ne acılar gördük. Hepsini değirmende öğüttük, un ufak hale getirip (h)alt etmeyi başardık.
Unutmayız dediklerimizin hafızamızda izini bile bırakmadık.
Hani unutmayacaktık? Bundan 11 yıl önce bir gece vakti nasıl sarsıldığımızı. Marmara’da çürük binaların nasıl kibrit kutusu gibi yıkıldığını...
“Başımı sokacak bir evim olsun” düşüncesiye derme çatma dikilen, siyasilerin de oy için göz yumduğu yapıların yerle bir oluşunu.
Koca şehirlerden çıkan toz bulutlarını, o pusun arasına karışıp giden hayatları. Yıkıntılardan yükselen feryatları, çaresizliğimizi...
İçimizin cız ettiği anları. TV kanallarına çıkan yöneticilerin “Dersimizi aldık” la başladıkları nutuklarını.
Ve dünyanın gözü önünde birbirimize verdiğimiz sözleri.
Hepsini unuttuk, izi bile kalmadı. Nazım Hikmet, eşine seslendiği şiirinde “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı” derken haksız değilmiş.
Yirmibirinci asra gelince binlerce insanın acısı bile hemen unutuluverdi. 17 Ağustos, yılda bir kez hatırlanan, sonra anımsanmak bile istenmeyen bir gün sadece...
Dün konuşulup geçti. Kimilerinin aklına bile gelmedi. Zaten neden gelsin ki?
Ayrıca konuşa konuşa ne değişiyor, zaman kaybetmekten başka?..
Geçtiğimiz yıllarda İnşaat Mühendisleri Odası İzmir’de araştırma yapmıştı. İncelenen 180 bin binadan 45 bininin muhtemel 6.5 şiddetindeki bir depremde ağır hasar göreceği ortaya çıkmıştı.
Felaket tahminlerine göre 6 bin 500 can solacak, 74 bin kişi de enkaz altında kalacaktı.
Yalnız 180 bin bina için tablo buydu. Varın, altı fay kaynayan koca İzmir’i siz düşünün, olabilecekleri kestirin.
Dün, Türkiye’yi sarsan o felaketin 11’inci yıldönümüydü. Hatırlatmak istedim.
Orada biri var mı?
Varsa da duyar mı?..