Son yıllarda dayanıklılık (resilience) kavramı, bireylerin, toplumların ve ekonomilerin krizler karşısındaki direnme ve toparlanma kapasitesini ifade eden bir terim olarak popüler hale geldi. Özellikle pandeminin küresel ölçekte yarattığı sağlık, ekonomi ve sosyal alanda yarattığı şoklar, dayanıklılığın yalnızca bireysel bir yetkinlikten öte, sistemler ve organizasyonlar için de kritik bir gereklilik olduğunu ortaya koydu.
Dayanıklılık ya da esneklik veya zorlukları yenme gücü yahut değişimle başa çıkma (resilience), zorluklar karşısında sağlam durmakla kalmayıp, bu zorluklardan öğrenerek daha güçlü bir şekilde çıkmayı ifade eder. Günümüzde bu kavram, bireylerin zihinsel sağlıklarından iş dünyasındaki sürdürülebilir stratejilere ve küresel ekonomik politikalara kadar geniş bir yelpazede ele alınıyor.
Dayanıklılık, sadece kriz anlarında değil, belirsiz ve sürekli değişen koşullar altında da önemli bir kavram. Küresel salgınla birlikte iş dünyasında ve toplumsal yaşamda esneklik ve uyum yeteneği, yalnızca bir avantaj değil, hayatta kalmanın temel unsuru haline geldi. Bu bağlamda Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı’nın (OECD) Belirsiz Zamanlarda Dayanıklılık başlıklı 2024 yılının sonunda ikinci kez yayınlanan Ekonomik Görünüm Raporu, küresel ekonominin dayanıklılığına ilişkin çarpıcı veriler sunuyor.
Rapora göre, geçtiğimiz birkaç yılda küresel ekonomi, Kovid-19 salgını ve enerji krizi gibi büyük şoklara maruz kalmasına rağmen kayda değer bir dayanıklılık göstermiş. Bu yıl küresel büyüme istikrarlı seyrederken enflasyon da düşmeye devam etmiş. İşgücü piyasalarındaki bazı gevşemelere rağmen, işsizlik oranları birçok ülkede hala tarihi düşük seviyelere yakın. Küresel ticaret de toparlanıyor.
Düşük işsizlik oranı
OECD raporuna göre, enflasyonun ılımlı seyretmeye devam etmesi ve küresel ticaretin canlanmaya başlamasıyla birlikte küresel ekonomi dirençli olmaya devam ediyor. Tüketici güveni birçok ülkede henüz salgın öncesi seviyelere ulaşmamış olsa da enflasyondaki düşüş reel hane halkı gelir artışını ve harcamalarını destekliyor. OECD verilerine göre, işsizlik genel olarak tarihi düşük seviyelerde veya bu seviyelere yakın seyretmekte. Bununla birlikte, işgücü piyasası üzerindeki baskılar hafiflemeye devam ediyor.
İyileşen görünüm
OECD tarafından küresel GSYH büyümesinin bu yıl yüzde 3.2; 2025 ve 2026 yıllarında ise yüzde 3.3 olacağı tahmin ediliyor. Düşük enflasyon, istikrarlı istihdam artışı ve daha az kısıtlayıcı para politikası, birçok ülkede maliye politikasının gerekli şekilde sıkılaştırılmasından kaynaklanan bazı hafif rüzgarlara rağmen talebi desteklemeye yardımcı olacak gibi görünüyor.
OECD Ekonomik Görünüm Raporunun bu yeni versiyonu özel olarak çok sayıda ekonominin karşı karşıya olduğu önemli bir soruna odaklanıyor: yaygın işgücü kıtlığı. OECD’ye göre, işgücü ve beceri eksiklikleri son on yılda artış göstermiş ve pandemi sırasında yoğunlaşmış durumda. İşgücü piyasaları şu anda rahatlamış olsa da işgücü kıtlığı hala çok sayıda sektörü, özellikle de sağlık ve uzun süreli bakım ile bilgi teknolojilerini etkiliyor. Özellikle teknoloji yoğun faaliyetlerde görülen bu tür eksiklikler, işletmelerin ölçek büyütmesinin yanı sıra firmaların yapay zeka ve robotik gibi üretkenliği artıran yeniliklerden faydalanma becerilerini de engelliyor.
İşgücünü mevcut ve gelecekteki zorlukların üstesinden gelmek için gereken becerilerle donatmak amacıyla, eğitim ve yaşam boyu öğrenme sistemlerinde yapılacak reformların yanı sıra, çalışanların becerilerini artırmaya ve yeniden beceri kazandırmaya yönelik önemli kamu ve özel sektör çabaları şart. İşgücü piyasası politikaları, işgücü arzını artırmak ve işgücü hareketliliğini geliştirmek için kullanılabilir.
Kadınların yanı sıra genç ve yaşlı işçiler arasında işgücüne katılımın teşvik edilmesi, işgücü açığının azaltılması ve potansiyel büyümenin artırılması için elzem olacak. Sağlıklı yaşlanmanın teşvik edilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve uygun fiyatlı çocuk bakımına yatırım yapılması bu amaç için kilit öneme sahip.
Sonuç olarak, dayanıklılık kavramı, bireylerin, toplumların ve ekonomilerin karşılaştığı belirsizlikler karşısında güçlü kalabilmeleri için vazgeçilmez bir beceriyi ifade ediyor. Küresel düzeyde dayanıklılık, sadece krizleri atlatmayı değil, aynı zamanda sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyi desteklemeyi gerektiriyor. Küresel düzeyde işgücü piyasalarındaki olumlu eğilimler, dayanıklılığın sosyal bir boyutunun olduğunu da gözler önüne seriyor. Güçlü sosyal güvenlik sistemleri, etkin kriz yönetimi stratejileri ve yenilikçi iş modelleri, birçok ekonominin bu zorlu dönemlerden nispeten başarılı bir şekilde çıkmasını sağlayacaktır.