Sıla neler söylüyor bize, duyuyor musunuz?
"Öldürülmeseydim adımı hiç bilmeyecek, fotoğrafımı hiç görmeyecektiniz. 16 yaşında ailesinin baskısıyla nişanlanan bir çocuktum ben. Her şey yolunda gitseydi, en geç 20 yaşımda anne olacaktım. Evladımla birlikte büyüyecektim belki."
“Katilimin 10 ayrı sabıkası olduğunu konuştunuz dün. Oysa reşit olduğundan beri üç yılda 10 ayrı suç işleyen birinin 11. suçu işleyeceğini öngöremeyen cezalandırma sistemini konuşmanız lazım. Benim için geç ama başka kızlar için konuşun bunu mutlaka."
"16 yaşında hepimiz hata yaparız, ben de yaptım. Büyümek hatalardan ders çıkarmaktı aslında. Ben büyüyemedim, hatam büyütüldü. Büyütülen hatayı nikâhla düzeltmeye çalışmak başka hatalara neden oldu. Dün katilimle ilişkim ortaya çıktığında ailemden fiziki şiddet gördüğümü açıklamış bakanlık. Ailem elbet sever beni, onlar ne yaptılarsa beni korumak için yaptılar. Bir sürü kız çocuğu ailesi de aynı hatayı yapıyor aslında. Beni değil kız çocuklarının namus yükü kavramı haline gelişini konuşun biraz da."
"Bensiz bir dünyada en çok acıyı ailem çekecek biliyorum. Keşke, hepimiz her şeyi kendi haline ve zamana bırakabilseydik. Ama bu ülkede tüm yaşıtlarım konu komşu, aile ne der baskısıyla yaşamıyor mu?”
"Yasalar 18 yaşın altındaki kızlara cinsel saldırı suçlamasını şikâyete bağlı suç olmaktan çıkarsaydı bugün yaşıyor olacaktım. Şikâyetini çektin çekmedin kavgasında boğazımdaki bıçak yarası oldu işte sonum."
"Babaannem felç geçirmese, ona bakmak için katilimin ölüm tehditleri nedeniyle kaldığım yurttan çıkmayacak ve tahminen halen yaşıyor olacaktım. Kız çocukları zor zamanlarda hangi zorluğu yaşarsa yaşasın mutlaka ilk akla gelen çare olur. Benim için geç ama yaşıtlarım adına bunu da düşünün lütfen."
Artık hiç konuşamayacak olan Sıla bize neler söylerdi acaba diye düşününce çıktı bu yazı ortaya. Katili lanetlemek vicdanımızı rahatlatıyor da Sıla'nın yaşıtları adına düşünmemiz, düzeltmemiz gereken çok şey var.
Gevezelikten ne çektin be Türkiye...
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından toplanan 2. Cenevre Konferansı sırasında, Yunanistan Dışişleri Bakanı Mavros’un kullandığı en önemli argümanlarından biri, Türkiye’de gazetelere verilen röportajlardı. Hükümet, 15 Temmuz’da gerçekleşen Sampson Darbesi’nin Ada’da anayasal düzeni bozduğunu ve Ankara’nın garantör olarak müdahale hakkını kullandığını söylerken, kimileri gazetelere “Kıbrıs’ın tamamını fethedeceğiz” diyor, Atina da bu söylemleri kullanıyordu.Aradan 48 yıl geçti.
Milli Savunma ve Dışişleri bakanlıkları bir süredir Yunanistan’ın Lozan Antlaşması gereğince silahlandırması yasak olan adalara yaptığı askeri üsleri ve yığınağı gündeme getiriyor.
Amaç, Yunanistan’ın uluslararası anlaşmalar gereği adalarını asker ve silahlandırmadan arındırması.
Buna karşın ekranlarda güçsüz olduğumuz zamanlarda Yunanistan’a bırakmak zorunda kaldığımız yerleri geri alma zamanı geldi tadında cümleler Yunan medyası tarafından anında alınıyor ve tahminen Yunan diplomasisi de bunları kullanıyor.
Türkiye’nin Ege adalarını işgal etmek falan gibi bir planı yok ve bu gevezelikler Türkiye’yi zora sokuyor.
Çatılar boş durmasın
Murat Kurum, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, görev alanı oldukça geniş. İşi azmış gibi ülke adına bir ricada da ben bulunayım.
Sayın Bakan, Türkiye’de milyonlarca çatı boş durumda.
Oysa bu milyonlarca çatıda elektrik üretebilir, su hasadı yapabiliriz. Yapabiliriz aslında durumu anlatmıyor, 2050 iklim hedeflerine ulaşmamız için çatıları boş tutmamaya mecburuz.
Çok konuştuğumuz elektrik faturalarını düşürmenin de önemli bir yolu aslında çatılara kurulacak güneş enerjisi sistemi. Şebekeye bağlı, akü gerektirmeyen sistemler şu an 1 KW başına bin dolar gibi bir maliyete sahip ve zamlarla yatırım 7.5 yılda amorti oluyor, kalan 17 yıl elektrik bedava geliyor.
Sayın Bakan, hem Enerji hem de Ekonomi bakanlarıyla konuşup, çatılarda elektrik üretimi ve su hasadı için bir teşvik ya da düşük faizli kredi imkânı sağlansa ve faturadan kaçmak için bile olsa karbon istatistiklerimiz rahatlasa, ithalatımız da düşse...
Üniversiteler ne işe yarar?
Cevabı baştan vereyim, üniversiteler gençlere meslek eğitimi ve diploma veren yerler değildir sadece.
Kamuoyunu bilim ışığında yönlendirmek, toplumsal tartışmaları başlatmak ya da hızlanmasını sağlamak da üniversitelerin görevleri arasındadır.
Türkiye’de 73 üniversitenin hukuk fakültesi var, KKTC’yi de eklerseniz sayı 84’e çıkıyor. Biri hariç, 83 fakülte, ömür boyu nafaka tartışması ve yasa değişikliği çalışmasıyla ilgili tek kelime etmedi. Edilecek kelimenin lehte ya da aleyhte olması fark etmez, kötü olan keskin sessizlik.
Uluslararası kaynaklar Japon üniversitelerinin toplumu modernleştirdiğini yazar. 1088’de kurulan Bologna Üniversitesi başta olmak üzere Avrupa üniversiteleri Rönesans dönemiyle beraber topluma bilim ve değer aktarımına başlamıştır.
Türkiye’de vakıf üniversitelerinin sahipleri tek bir konuda konuşuyor, o da daha fazla müşteri, pardon öğrenci almalarını sağlayacak olan barajsız üniversite sistemi meselesi.
Olmuyor böyle, hakikaten olmuyor...