Özay Şendir

Özay Şendir

ozay.sendir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Batı ve demokrasi kelimeleri aynı cümle içerisinde çok fazla kullanılır. 

Hemen 1951 yılına gidelim o zaman. 

İran’da Başbakan seçilen Musaddık ülke petrolünü millileştirme kararı aldı. 

İran petrolü üzerinde çıkarma, rafine etme ve satma hakkına sahip olup, Tahran’a sadece yüzde 16 pay veren anlaşmanın iptali demekti bu. 

Düşünün İran petrolü sayesinde 1948 yılında 62 milyon sterlin kâr eden İngiliz şirketi kendi hükümetine 28 milyon sterlin vergi ödemiş ama petrolün sahibi Tahran Yönetimi sadece 1.4 milyon sterlin para alabilmişti. 

Haberin Devamı

İran, Birleşik Krallık’taki çelik-kömür sektörünü millileştiren İngiltere’nin bu karara saygı duyacağını zannetti. 

İngilizler darbe hazırlığında yakalandılar, büyükelçilikleri kapatıldı, darbe yapma güçleri de sona erdi. 

Onlar da ABD’den yardım istediler ve para, etki ajanları, Batı medyası ve çıkarılan iç karışıklıklarla beraber halkın oylarıyla seçilmiş Musaddık, ABD eliyle yapılan bir darbe sonucu devrildi. 

Madde 1: Batı dediğimiz yapı için “demokrasi” ya da bir zamanların “komünizm tehlikesi” demek, Batı’nın çıkarlarını baltalayacak hükümetlere yaşama şansı vermemek demektir. 

Bunun Türkiye için de geçerli versiyonu var. 

Tarihe “Asmayalım da, besleyelim mi?” sözleriyle geçen 12 Eylül Darbesi lideri Kenan Evren’in, Beyaz Saray’da onuruna akşam yemeği verilen son Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olduğunu kaçımız biliyoruz? 

Demokrasi havarisi ABD’nin Kenan Evren’e uyguladığı bu üst düzey protokolün sebebi acaba ne olabilir? 

Cevap için küçük bir hatırlatmada bulunayım: Başbakanlık yaptıkları dönemde Ecevit ve Demirel, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü veto etmişlerdi. Darbeden sadece birkaç hafta sonra Türkiye, siyasi tek bir taviz almadan vetosunu kaldırdı. 

12 Eylül başta devrimciler olmak üzere tüm ideolojik grupları ezdi, sendikaları kapattı. Başta örgütlenme olmak üzere tüm bireysel hakları tırpanla biçti. Batı demokratik değerleri savunur diyenler buna bir cevap bulabilirler mi acaba? 

***

Soğuk savaş döneminde olur böyle şeyler diyenler çıkacaktır, 1999’a gidelim o zaman. 

Haberin Devamı

O yıl Avusturya genel seçimlerinde ırkçı parti FPÖ, halktan yüzde 27.2 oy alarak sandıktan ikinci parti olarak çıktı. 

Irkçı parti kurulacak koalisyonda yer alacak, parti genel başkanı Heider de Başbakan Yardımcısı olacaktı. 

Sandıktan çıkan sonuca darbe, İsrail Cumhurbaşkanı Weizman, Avusturya’da yaşayan Yahudilerin ülkeyi terk etmesini istemesiyle başladı. 

Sonra kızılca kıyamet koptu, son olarak “demokratik değerler” lafının en sık kullanıldığı başkent olan Brüksel devreye girdi. Avrupa Birliği, Heider’in hükümette yer alması halinde Avusturya’nın üyeliğini askıya alacağını açıkladı. Viyana baskıya dayanamadı, Heider devre dışı kaldı. 

Sırf sandıktan çıktığı için bir faşisti savunmam ama şunu da merak etmiyor değilim hani, Fransa’da aşırı sağ Cumhurbaşkanlığı seçiminde 2. tura kaldı, İtalya’da aşırı sağ bir parti iktidarda, Almanya’da birden çok ırkçı parti ciddi oy alıyor, Yunanistan’da Altın Şafak suç örgütü diye kapatılmadan önce iktidar ortağı oldu. İngiltere’de aşırı sağ olmadığı kadar oy alıyor. Peki, Heider’in günahı neydi? 

Haberin Devamı

O zaman gelelim Madde 2’ye: Batı  için kendi sokaklarını ve düzeni önemlidir. Bizim coğrafyamızda ve Latin Amerika’da sokaklarda bozulan düzen istenmeyen hükümetleri  devirme yeridir.  İlk bölümde sözünü ettiğim Musaddık’ı devirmek için ABD’nin Tahran sokaklarına çetelerini saldığını, dükkânları yağmalattığını, camilere ateş açıldığını unutmamamız lazım.  

Türkiye’nin 12 Eylül’e giden yolda yaşadığı terör ve katliamlar, Maraş katliamı sırasında Ecevit Hükümeti sıkıyönetim ilan edinceye kadar askeri kışlasından çıkarmayan Kenan Evren’i de konuşmak gerekmez mi bu noktada? Gerekmez, bir sonuçlarla ilgileniriz, 12 Eylül öncesi her gün terör eylemleri oluyordu demekle yetiniriz. Oysa darbeden kısa süre sonra terörün bıçak gibi kesilmesi bize başka bir hikâye anlatıyor. Belki de başlatan, ateşe benzin döken bitirmişti eylemleri... 

***

Economist dergisini çok konuşuyoruz ama önce bilmemiz gereken şeyler var: 

United Fruit, Beyaz Saray’da çok sayıda üst düzey ismin ortağı olduğu bir muz ticareti şirketiydi. 

Guatemala’da 1950’de sandıktan çıkan Arbenz’in planları United Fruit’i, ülkede elektrik dağıtım tekelini elinde tutan ABD’li şirketi ve kurulacak demiryolu ağı Railways of Central America şirketinin çıkarlarını tehdit ediyordu. 

ABD buna izin vermedi. Ünlü dergileri başta olmak üzere tüm ABD medyası, Guatemala’da Sovyetler’in kontrolünde bir yönetim kurulduğunu yazmaya başladılar. O dönem Sovyetler Birliği ile Guatemala arasında diplomatik ilişki olmaması falan umurlarında değildi. Tıpkı Domuzlar Körfezi’nde olduğu gibi ülkeye isyancı askerler çıkardılar, CIA uçakları başkenti bombaladı. Kilise’ye CIA kaleminden çıkma vaazlar okuttular. 

Batı medyasına kutsal kâse muamelesi yapanların kirliliğe bakmaları konusunda yeterli bir örnektir bu. 

Madde 3: Batı medyası ya da özgür dünyanın medyası dünyadaki diğer ülkelerden farklı değildir, aksine, daha fazla kontrol altındadır. 

Mesela, ABD medyası Küba’ya yapılacak Domuzlar Körfezi çıkarmasını haber almış ama Kennedy rica ettiği için haberini yapmamıştı. 

Devletin sağladığı özgürlük ortamına gelince. Economist, İngiltere merkezli bir dergi ya, 1988 yılında Thatcher Hükümeti, ayrılıkçı örgüt IRA  ve siyasi kanadı Sinn Fein’in açıklamalarının medyada yer almasını yasakladı. 

Bu örnekler geneli anlatmakta yeterli, biraz da Economist’e daha derinlemesine bakalım: 

Mısır’da askeri darbeyle gelmiş bir yönetim iktidarda, Macaristan’da Orban Batı’nın hoşlanmadığı bir siyasetçi. 

Economist’in bu iki isim için yaptığı haber ve yazdığı yorumların sayısı Türkiye için yaptıklarının 30’da biri bile değil. 

Bunun sebebi, Türkiye’nin konumu, nüfusu ve gücünün Batı’nın bölgedeki çıkarları açısından son derece önemli olması. Emperyalizm, Macaristan ya da Mısır olmadan, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da ve hatta Doğu Akdeniz’de at oynatabilir ama Türkiye olmadan olmaz. 

Bunca saldırının altında yatan sebebi doğru okumazsak sonuca varamayız. 

***

Gelelim daha ince işlere: 

Economist, 2010 yılında Kandil’e röportaj için adam yollamış sonra da “Ateşkes” şartlarını yazmış. 

Şartlar ne mi? “Öcalan’a ev hapsi”, “Tüm operasyonların durması”, bir de o zaman kurdukları partiden tutuklu olanların serbest kalması. 

2023 yılında bu kez önceden sözde ateşkes ilan ederek aynı şeyleri istiyor terör örgütü. 

Economist’te, uygulanmak istenen plana karşı olduğunu gördüğü Erdoğan’ı hedef tahtasına koyuyor bir kez daha. 

Madde 4: Emperyalizm bizim coğrafyamıza dair uzun vadeli planlar yapar ve yönetimler değişse de plan ve araçlar değişmez. 

Economist’in ne olduğunu anlamak için Türkiye’de uzun yıllar temsilciliğini yapan ismin kim olduğuna, bugün neden firari olduğuna, nerede, kimlerin elini öptüğüne bir bakmak lazım. 

Sonra da o temsilcisinin eşinin ABD’nin hangi büyükelçiliklerinde çalıştığına, Erivan’da, Irak’ın Kuzey’inde söylediklerine dikkat etmek lazım. 

Daha da meraklı olanlar bir arama motoruna o eşin adını ve CIA yazıp bir araştırma yapsınlar. 

Madde 5: Emperyalizm amacına ulaşmak için bazen kullanışlı aptallar, bazen parayla satın alınmış maşalar kullanır. 

İktidarlar değişse de onlar bu çabalarına devam edecekler. 

Ne zamana kadar derseniz, Kabil’den kalkan son uçağın bir benzeri Kuzey Irak’tan kalkıncaya kadar sürecek bu mücadele. 

Vietnam’da, Kore’de, Afganistan’da, Domuzlar Körfezi’nde kazanamayanlar burada da kazanamayacaklar. 

Madde 6: Batı için ideal Türkiye Yönetimi demek tam demokrasi demek değildir. Onlar için ideal yönetim kendi başına politika üretmeyen, Batı ne derse uydum gitti diyen, Washington’ın planlarını birden çok kere bozmak şöyle dursun, harfiyen yerine getiren yönetimler isterler. 

Demokrasi o acı yemeği iştahla yememizi sağlayacak bir sos Batı için, daha fazlası değil. 

Haftanın fotoğrafı

Madde madde Batı-Demokrasi-Türkiye

Endonezya’da bir şehir Lhokseumawe. Bir çöp alanında insanlar satabilecekleri değerli şeyleri, hayvanlar da yiyebilecekleri şeyler arıyorlar. Ahmet Telli mısrası vardı, şimdi maymun halkasında insanlığımız diye, tam da oradayız işte...

An’lar

Eminönü, 1931: Seçim sandığı kortej halinde kaymakamlığa götürülüyor.

Madde madde Batı-Demokrasi-Türkiye

Karaköy, 1929: İstanbul’da kar manzaraları son bir asırda pek de değişmemiş dedirten fotoğraf

Madde madde Batı-Demokrasi-Türkiye

Balmumcu, 1960’lar: 27 Mayıs darbesinin ardından Yassıada’ya yollanacakların ve Yassıada’dan gelip de serbest bırakılmayı bekleyenlerin tutulduğu yer.

Madde madde Batı-Demokrasi-Türkiye