Pınar’ın katledilmesi gündemden düşürdü ama HDP’den istifa eden Tuma Çelik’in bir kadına tecavüz ettiği iddiasıyla ilgili fezleke süreci devam ediyor.
Bu davanın aslında Türkiye’ye şöyle bir faydası da oldu.
Bu dava üzerinden (haklı olarak) HDP’yi sorgulayan bazı kalemler aynı zamanda İstanbul Sözleşmesi’ne de karşı çıkıyorlar.
Beyler farkında değiller ama kadının beyanı esas alınmasa, bu dava açılamaz hale gelirdi.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu atasözü boşuna söylenmemiş yani...
ŞAKA DEĞİL, OKULLAR KAPALI, KURSLAR AÇIK...
Koronavirüs nedeniyle, okulların kapalı kaldığı bir ülkede, sınıfta eğitim veren kurslar açık.
Arama motorlarına 8. ve 12. sınıflar için kurs yazıyorsunuz önünüze dökülüyor hepsi.
“Butik sınıflarda” 6 ya da 12 kişilik sınıflar diye verilmiş reklamlar.
Sınıfın kaç kişinin olduğunun zerre önemi yok, çocukların arasındaki sosyal mesafe nasıl sağlanacak?
Ders aralarında çocukların birbirinden uzak durmasını sağlayacak sistemi kim kuracak?
Sekizinci sınıf çocuklarının velilerinin bekleyecekleri alanın büyüklüğünü kim denetleyecek, ateş ölçümünü kim yapacak?
Bir sürü soru sıralayabilirim bir konuda ama her kursun fiziki şartları farklı dolayısıyla standart bir cevap da yok.
Sonuçta yasak bir iş değil belli ki bu, ÖZDEBİR sınavlarına falan da girecekmiş çocuklar.
Millî Eğitim Bakanlığı’nda kim nasıl izin veriyor bu işe bilmiyorum ama karar veren makam şu sorulara cevap verirse sevinirim:
Bilim insanları koronavirüs okula giden çocuklara bulaşır, kursa giden çocuklara bulaşmaz diye bir keşifte falan mı bulundu acaba?
İlkokul bire giden çocuğa online kalem tutmayı, yazı yazmayı öğretemezsiniz. Çocukları hem eğitim hem de öğretimden geri bırakıp da sınavlar için çocukları riske atmak akla ya da vicdana sığıyor mu?
Tüm okullara yazı yollandı, okullar aylarca hazırlık yaptı, masraf etti. Sağlık için, okulları geç açma kararı doğru da bu kurslar açık kalınca eğitim kurumları haksız rekabete uğramış olmuyor mu? Her okul, kurs adı altında 8. ve 12. sınıfları okullara döndürürse ne olacak acaba?
AHLAK EROZYONU CİNSELLİKLE SINIRLI DEĞİL...
Son bir hafta gün içerisinde önce bir evlat babasını bıçakladı.
Sonra bir baba, oğluyla, gelinini öldürdü. Ve en nihayetinde bir başka evlat, annesi ve ağabeyini katletti.
Ahlak erozyonu sadece cinsel konularda olmaz.
Para meselesinde hiç de alışkın olmadığımız şeyler yaşanmaya başladı.
Dikkatlerimizi biraz da buraya çevirmemiz lazım...
KILIÇDAROĞLU-KAFTANCIOĞLU KAVGASI BAŞLADI...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, son Kurultay’da delegenin üzerini çizip, Parti Meclisi’ne sokmadığı Tuncay Özkan’ı, aynı makama “Genel Başkan Başdanışmanı” olarak atadı.
Bu bir atama değil, Kurultay’da Tuncay Özkan isminin çizilmesi için çalıştığını söyleyen CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na cevap aslında.
Bu tür cevapları delege kararının aksini yaparak vermek akıl işi mi diye sormak mümkün.
CHP tarihine bakacak olursanız, İsmet İnönü de dahil olmak üzere, delegeyle inatlaşarak, koltuğunda kalabilen bir genel başkan yok.
CHP tarihi dedim ama ilk başta 4 olan ok sayısının hangi Kurultay’da 6’ya çıktığını hangi ilkelerin sonradan eklendiğini bilenlerin sayısı da yok denecek kadar azdır.
Delegeyle inatlaşmak deyince, Deniz Baykal’ı örnek göstereceklere de söyleyeyim, ön seçimlerde, seçim bölgesinde birinci sırayı kaptıran ilk ve tek eski genel başkan oldu Baykal, ötesi var mı?
Her neyse, Kemal Kılıçdaroğlu, bugün CHP’den ayrılıp, bir siyasi parti kursa yüzde kaç oy alır acaba?
Ya da sosyal demokratlardan çok, HAS Partililere, Ak Partilere ve ANAP’lılara duyduğu sempati, onu baraja yaklaştırır mı sizce?
