İki Türkiye var.
Birinci Türkiye’nin özeti afet bölgesinden gelen bu ünlü karede vücut buldu.
Hatay’da Türkiye Komünist Partisi yelekleri gençler çorba standı kurmuşlar,
Finike Ülkü Ocakları’ndan bir genç de o stanttan aldığı çorbayı depremzedelere götürüyor.
Farklılıkları, düşmanlıkları görmezden gelen bu karede, Yunanistan’dan gelen kurtarma ekiplerinin çabasına bakıp, ekran başında gözyaşları içerisinde gelişmeleri takip eden milyonlar var.
İkinci Türkiye sosyal medyada yaşanıyor.
Farklı düşünene, şimdi farklılıkları konuşmanın zamanı değil diyene nefret kusuyor.
Bir yanda en haklı eleştiriye bile darbe girişimi muamelesi yapan iktidar yanlıları, diğer yanda devletin her attığı adımı eleştiren, her şeyi kapkaranlık göstermeye çalışan muhalefet yanlıları.
Birbirlerine zıt gözükseler bile aslında iki taraf da diğerinden ettiği nefretten besleniyor.
Genç arkadaşlarım hatırlamaz ama bu çorba karesi 1980’de yaşanabilseydi 12 Eylül darbesi olmazdı.
Siyasi rekabetin zenginliğe, siyasi nefretin herkes için felakete döndüğünü hiç unutmamamız ve hangi Türkiye’de yaşamak istediğimize karar vermemiz lazım.
Sorumluluk zincirinin halkaları
Her depremden sonra aynı şeyi yaşıyoruz, kamuoyu öfkesi müteahhitlere dönüyor.
Oysa sorumluluk zincirinin çok önemli iki halkası daha var.
Birincisi, devlet adına binaların yönetmeliklere uygun yapılmasını denetlemekle görevli yapı denetim firmaları. Bir müteahhit ne kadar açgözlü ya da ne kadar kötü niyetli olursa olsun, yapı denetim firması onay vermezse çürük inşaat yapamaz.
İkinci halka belediyeleri yazmadan önce ortaya çıkan acı bir gerçeği hatırlatmam lazım.
Depremde insanlara mezar olan binaların bir kısmı proje hatasından dolayı çökmüş, ABD medyasında bile dosya haber haline geldi, proje yanlışlıkları.
O zaman “Projesi, statik hesapları hatalı olan bir binaya belediyeler nasıl inşaat ruhsatı verdi?” diye sorma zamanıdır.
“Yapı denetim firmaları ve proje hatalarından dolayı çöken binalara dair bir işlem yapılacak mı?” diye sormak için Adalet Bakan Yardımcısı Yakup Moğul’u aradım, Maraş’ta buldum.
Türkiye’nin çeşitli illerinden getirdikleri bilirkişilerle birlikte, sahada çalışma halindeydi.
Dilerim bu kez zincirin sadece bir halkasına değil tüm halkalarına hesap sormayı başarabiliriz.
Felakette ABD parmağı
Giderek yayılan bir komplo teorisi var:
“Bu depremler ABD tarafından tetiklenmiş depremlerdir.”
ABD kendi çıkarları için darbeler dâhil her türlü kötülüğe imza atmış bir ülke midir, evet öyledir.
Bu gerçeği biliyor olmak bize saçmalama hakkı vermemeli.. ABD’nin dünya üzerinde en büyük hedefi olan ülke Türkiye değil Çin.
Çin’in ardından Rusya, İran, Kuzey Kore… Liste uzayıp gidiyor.
Öyle değil ama bir an için bu ülkelerde tetiklenmeye hazır faylar yok diye düşünelim.
Türkiye’ye diz çöktürmek isteyen ABD o zaman neden Kuzey Anadolu Fayı’nı tetikleyip, Marmara depremini tetiklemedi?
Sonuçta, gerek can kaybı sayısı gerek ekonomik zarar olarak en büyük darbe İstanbul depremi olacak.
Tamam komplo teorileri ilgi çekicidir ama bir teori kurarken mantık çizgisinden de bu kadar uzaklaşmamak lazım.
Antenna’da dostluğu anlatmak
Yunanistan’ın en önemli televizyon kanallarından Antenna’da deprem diplomasisini konuştuk.
Atina ile Ankara arasında dostluk köprüsü için yeni depremlere ihtiyaç olmamalı diyor herkes.
İki ülke arasında çözülmesi zor sorunlar olduğu doğru ama yayında iki noktaya dikkat çektim:
“Yan yana yaşamaya mecburuz. Ne biz hepinizi ne de siz hepimizi öldüremeyeceğimize göre, barışa mecburuz.
Ege’de yüzen bir balık için nasıl kıta sahanlığının, Akdeniz’de uçan bir kuş için ekonomik münhasır alanların önemi yoksa, doğadan öğreneceklerimiz var ve Ege bir barış denizi olduğunda ikimiz de kaybetmeyecek, ikimiz de kazanacağız.”
Antenna ile bir önceki bağlantımızda savaş ihtimalini konuşmuştuk, dostluğu ve barışı sadece konuşmak bile iyi geliyor insana.
DEPREM VE İLLERİN YÖNETİMİ
Haziran 1998’de, Adana’daki depremin ardından “Üç gündür neredesiniz?” diye soran depremzedenin kolunu eliyle iten Büyükşehir Belediye Başkanı gördük biz.
Kasım 1999’da, Bolu’da depremin ardından yaşadığı sorunları anlatan depremzede kadını tokatlayan vali de gördük.
Yaşadığımız felaketin ardından yukarıdaki olaylar gibisi yaşanmadı ama bu sorunlar olmadığı anlamına gelmiyor.
Önceki gün Hatay Barosu Başkanı ile konuştum.
Başsavcı’nın yıkılan binalarla ilgili yargı süreciyle ilgili gösterdiği hassasiyeti anlattı Başkan bana. “Vali Bey ile konuştunuz mu?” diye sordum, depremden sonra çeşitli kereler aramış ama ulaşamamış.
Şehir protokol listesinde olan birinin onca gün Vali’ye ulaşamaması ne demek?
Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı’nı yaptığı açıklamalardan takip ettim.
Duyurduğu yardımlar ve açıklamalar parti rozetini bu felaket zamanında bile çıkarmadığını gösterir havada. Şu an ne yapıyor diye yardım yarıştırmanın hiç sırası değil.
Felaketlerin ardından değişmez bir gerçek vardır. Merkezi yönetim, kameralar, afet bölgesinden çekilir ve felaketi yaşayan insanlarla il yönetimleri baş başa kalır.
Haksızlık etmem istemem, il yöneticileri de yaşadıkları depremin ve yıkımın şokunu yaşıyor olabilirler ama devleti temsil edenlerin en sağlam durması gereken zamandayız.