Özay Şendir

Özay Şendir

ozay.sendir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Âşık olmak için 1.5 saniye yeterli diyor bilim.

New York'taki Syracuse Üniversitesi, beyin-aşk ilişkisine dair tüm çalışmaları toplayarak vardı bu sonuca.

Aynı araştırmada aşkın insan beyninde 12 alanı etkilediği ortaya çıktı.

Beyni karıştıran, bölgeleri alarma geçirenlerin kim olduğunu da buldu bilim.

Beynimizin ventral tegmental adı verilen ön tavan bölgesindeki A10 hücreleri, aktif hale gelip, beynin diğer bölgelerine dopamin iletmeye başlıyor, aşkı böyle hissediyoruz.

Dopaminler bizi mutlu eden aktiviteleri hatırlamakla görevli hipokampus, dikkatimizin ve ilgimizin odaklanmasını sağlayan prefrontal korteks ile zevk veren ya da itici bulduğumuz aktiviteleri ayırıp, bağımlılıktan sorumlu nucleus accumbens bölgelerini etkiliyor önce.

Haberin Devamı

İlk harekete geçen ventral tegmental bölge fazla bilimsel oldu, beynin ödül bölgesinde başlıyor aslında aşk.

Son yıllarda "Aşk bir hormon salınımı 2-3 ay sonra bitiyor" diyen cümleler çok kuruldu, mutlaka duymuşsunuzdur.

Oysa bilim sonsuz aşkı savunuyor artık.

25 yıldır birlikte olan bir çiftin beyinleri incelendiğinde beyinlerinin ödül bölgesinin halen aktif ve dopamin salgılamaya devam ettiği ortaya çıktı.

Biz aşkı kalp, mantık ilişkilerini beyinle ilişkilendiririz ya, aslında aşk tamamen beyinle alakalı.

Yarın her yerde göreceğimiz kalp şeklinde balonlar, gül-çikolata kutuları doğru noktayı anlatmıyor bize.

***

Çocukluğumuzdan beri öğrendiğimiz tüm büyük aşk efsanelerinde kavuşamayan âşıkların hikâyesi anlatılır.

Leyle ile Mecnun'un hikâyesini biliriz de, Mecnun'un düştüğü çölün Yemen'in Aden kıyılarına yakın olduğunu bilmeyiz.

Ferhat ile Şirin meselesi aslında Romalılar döneminde Amasya'ya suyun gelmesi ve zamanının ötesindeki mühendislik çalışmasının bir destanla yaşatılan halidir. Kerem ile Aslı İran destandır, bugünkü Türkiye topraklarında da devam eder sadece.

Bir de Anadolu'nun aşk efsaneleri vardır, onlar da kavuşamama üzerine kuruludur.

Van Gölü'nün ortasındaki Akdamar Adası'nın, adadaki kilisenin papazıyla, adını bilmediğimiz bir gencin, hain papaz baba yüzünden ölümle biten aşk hikâyesine dayandırır, "Ah Tamara" sözlerinin zaman içerisinde Akdamar'a döndüğüne inanırız.

Haberin Devamı

Ölüdeniz'deki Belcekız, Kaz Dağları'ndaki Sarıkız efsanelerinde de ölüm, kavuşamama vardır.

Kastamonu'nun adını, hapsedilen Türk askerine âşık olup, kaçmasını sağlayan ve babası tarafından kayalıklardan atılan Bizans Kralı'nın kızı Moni'ye bağlar kimi efsaneler. Rivayete göre, Bizans Kralı baba "Kastın ne idi Moni?" demiş ve bu isim zaman içerisinde Kastamonu olmuş.

Sadece bizde değil tüm dünyada aşka dair anlatılan hikâyeler kavuşamama üzerine kuruludur nedense.

Efsanelere bakıp, aşkı büyük kılan kavuşamama hali mi diye sormak mümkün elbette.

***

Kavuşamama ya da kavuşup ayrılma durumlarında dönüp baktığımız yer yine aynı aslında.

Beynimizin aşkla harekete geçen bölgesi ventral tegmental, yani ödül bölgesinde, reddedilme ve terk edilme hallerinde üç noktada yoğun hareket yaşanıyor. Bu da kabul edilmeyen ya da terk edilenin isteme, odaklanma ve motivasyon gücünü artırıyor.

Haberin Devamı

Aşkın matematiği olmaz denir ya, aslında beyinde aşkın matematiği var.

Reddedilme ve ayrılık söz konusu olduğunda beynimizdeki kazanç ve kayıpların ölçümlendiği bölgesi de harekete geçiyor. Tam kayıpların hesabını yapılırken yine aşkın başladığı yer devreye girip, kaybı kazanca çevirme içgüdüsünü harekete geçiriyor.

Aşk acısının kaybı kazanma çevirme sürecinden aslında tüm insanlığı besleyen sanat eserleri de çıkıyor bazen.

Peki ya, "Ya benimsin ya toprağın" cinayetleri de bu bölgenin işi olabilir mi?

Elbette değil zira öyle olsaydı dünya üzerinde her aşkın bitişinde ya da reddedilme anında bir cinayete tanık olurduk.

Dünyayı iki kişi olarak görme hali diyebileceğimiz aşkın cinayeti olmaz.

Ulus Baker'in Spinoza çevirilerinden birisinde ilginç bir cümleye rastlamıştım. Spinoza, sevdiğinin kendisinden nefret ettiğini fark eden birinin düşmanından nefret etme yönlendirmesiyle nefret ile aşk arasında kalacağını önermiş.

Hastalıklı aşk tanımlamasında bir haksızlık var. Hasta olan insan, aşkın ne kabahati var deyip geçelim.

***

Yarın Sevgililer Günü.

"Kapitalizmin tüketim oyunu, ben karşıyım abi" diyenleri pek anlamıyorum zira yılın 364 günü hedefi olduğun tüketim oyununa takılmayıp sadece bir güne takılmanın çok bir manası yok.

Fakat başka itiraz noktaları geliştirmek mümkün bu güne dair.

14 Şubat bir bekleme günü, sevgili olanların hediye ve program bekledikleri gün.

Sıradan bir günde alınan bir demet çiçek sadece içten geldiği için alınır, 14 Şubat'ta alınan çiçek, bir şekil şartını yerine getirmek için. İkisi arasındaki fark aslında dağlar kadar.

Daha da önemlisi, sevgi ölçütünün giderek benim için harcadığın para ne kadara dönmesi.

Kadınların bana yolladığı çiçek acaba kaç lira diye internetteki çiçek sitelerinde arama yaptığı bir dönemde en büyük âşık en çok parası olan ve harcayan olabilir mi acaba?

Yerine konulabilir, parayla alınan hediyeler mi önemli yoksa yerine konamaz zaman ve emek ile hazırlanan sürprizler mi?

Âşık olmak için 1.5 saniye yeter demiş ya bilim insanları, çöpçatan sitelerinde sağa-sola kaydırma bir saniye sürüyor.

Herkesin daha güzel, daha yakışıklı, daha zengin ya da daha eğitimli aradığı bir dünyada aşk kalmış mıdır?

Hangi dahanın arandığının önemi yok, arayış varsa, aşk yok demektir.

***

Aşk mektubu yazdığı düz beyaz kâğıdın ikinci satırı gözüne yamuk geldiğinde, o kâğıdı buruşturup, yeniden yazmaya başlayan bir neslin, aşkı emojilerle anlatmayı tercih eden bir nesli anlaması pek mümkün değil elbette.

Fakat şiirin bu kadar görmezden gelindiği bir zaman diliminde, pırlanta firmalarının "Tektaş alana üç evlilik senaryosu hediye" reklamlarını da unutmuş değilim.

Hangi kadın, bir pazarlama aracı olarak, bir ajans çalışanın yazdığı, herkese verilen evlilik teklifi senaryosunun öznesi olmak ister ki?

Ahmet Telli, “Çocuksun Sen” şiirine "Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen" diye başlar, sonra bir başka yerinde "Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık" diye devam eder.

Dünyanın dışına adım atabilenlerin azaldığı, dünyanın dışına internetten çiçek siparişi verenlerin çoğaldığı bir dünyada yaşıyoruz.

14 Şubat gecesi de aynı masada göz göze konuşmak yerine, sosyal medyada yalnız olmadığını ve gittiği mekânı paylaşmayı tercih edecek olanları bir Oğuz Atay cümlesiyle selamlayalım o zaman:

"Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan, acıtır, konuşsan kanatır..."

Aşkın MRı, 150 saliselik bir hikâye

An’lar…

1930, Rumelihisarı: Şairlerin İstanbul üzerine mısralar kurduğu döneme dair bir kare, şimdiki şiirsiz halinin özeti şehrin.

Aşkın MRı, 150 saliselik bir hikâye

1934, Bebek: İnsan kalabalığından uzakta, martı seslerinin duyulabildiği yıllardan bir kare.

Aşkın MRı, 150 saliselik bir hikâye

1974, Etiler: Lüks kafe ve kasap askısındaki eti döverek kariyer yapanların olmadığı zamanlarda Etiler.

Aşkın MRı, 150 saliselik bir hikâye

Haftanın fotoğrafı

Dev kamyonlar genellikle yük taşır, dev kamyonlar bazen pistlerde yarışır, dev kamyonların mola verdiği yerlerde bir yeme-içme kültürü oluşur. Kuzey Amerika’nın kamyon kültürü bugüne kadar saydıklarımı yaratmıştı şimdi bir başka aşamaya geçildi. Dev kamyonların oluşturduğu konvoy Kanada’da 10 gündür gündemi belirliyor. Aşı kısıtlamalarına karşı çıkan şoförlerin eylemi giderek büyüdü ve hükümet karşıtı bir protestoya dönüştü. Bugüne kadar otoyol devriyelerinin ilgi alanında olan kamyonlar artık asayiş polisinin ilgi alanına giriyor.

Aşkın MRı, 150 saliselik bir hikâye