Sinema tarihinin en pahalı filmi olan Avatar’ı henüz görmedim ama bu hafta ‘Balyoz Harekâtı’ ile ilgili olarak ortalığa saçılan dudak uçuklatıcı senaryoları duyduktan, gördükten sonra bu senaryoları yazanların kurgulama gücünün Avatar gibi filmleri yapanları yaya bıraktığını düşünmeye başladım.
Aradaki önemli fark şurada: Hollywood daha çok gelecekle ilgili fantastik senaryolar kurguluyor. ‘Balyoz Harekâtı’ gibi dehşetengiz senaryoları yazanlar ise geçmişin karanlık dehlizlerinde dolaşıp, Latin Amerika’da ve başka yerlerde gerçekleşmiş olan askeri darbelerden esinlenmiş görünüyor.
2002 ya da 2003 yılında yazıldığı iddia edilen bu senaryoların şimdi belli kanallarla piyasaya sürülüp güncel siyasi tartışmalarda malzeme olarak kullanılmasını ise ‘Balyoz’a hedef olanların ve onlara destek verenlerin başarı hanesine kaydetmek gerekiyor.
Seçmen isyanı ABD’de başladı
ABD Başkanı Barack Obama, büyük umutlarla başkanlık koltuğuna oturduktan tam bir yıl sonra, seçmenden ummadığı bir tokat yiyerek sarsıldı. Kendi partisinin, yani Demokrat Parti’nin en sağlam kalesi olarak bilinen Massachusetts’de, 46 yıl senatör olarak görev yaptıktan sonra geçen yıl ölen Edward Kennedy’nin koltuğu için yapılan seçimi Cumhuriyetçi Parti’nin adayı kazandı.
Bu sonucun birçok nedeni vardı kuşkusuz ama seçmenleri Demokrat Parti’ye karşı oy kullanmaya iten en önemli nedenlerden biri, ABD’de işsizliğin sürmesi ve ekonomide beklenen iyileşmenin henüz hissedilmemiş olmasıydı. Kimi yorumculara göre, başkanlığının ilk yılında sağlık sigortası reformunu çıkarmak için büyük çaba harcayan Obama, ekonomik sorunlara gerekli önceliği vermediği için seçmenin tepkisini çekmişti.
Tepki haklı mı?
Aslında Obama’nın ekonomideki performansının bütünüyle başarısız olduğunu söylemek zor. Son 60-70 yılın en derin krizini yaşamakta olan bir ekonomiyi devralan Obama yönetiminin attığı adımların da katkısıyla ekonomideki küçülme yerini büyümeye bıraktı, 2009 yılının son çeyreğinde ABD ekonomisinin % 5 dolayında büyümüş olduğu tahmin ediliyor. Hisse senedi borsalarında büyük bir tırmanış yaşandı, geniş kitleyi ilgilendiren emeklilik fonları da bundan payını aldı ama Obama yönetiminin % 9’da kalacağını umduğu işsizlik oranı % 10’a tırmandı. İşsizlik sorunu sürerken halka ve iş dünyasına güven aşılanamadı. Bu arada Obama yönetiminin desteğiyle toparlanan bankaların kârlarını % 50 artırmaları ve çalışanlarına astronomik primler dağıtmak istemeleri de seçmende tepki yarattı.
Seçmenin ABD’deki tepkisi belki de bir başlangıç. Avrupa’nın birçok ülkesinde de işsizlik sürüyor ve ağır borç yükü altına girmiş olan hükümetlerin seçmeni rahatlatacak önlemleri alması ve ekonomiyi hızlandırması, işsizliği düşürmesi kolay görünmüyor. Tersine bütçe açıklarını kapatmaya zorlanan hükümetler bazı sosyal harcamaları kısmak zorunda kalabilecek. Bu nedenle seçmen isyanları Avrupa’da da yaşanırsa hiç
şaşmayalım.
Türkiye ekonomisi 2009’da ABD ekonomisinden çok daha fazla küçüldü. Dünya Bankası’nın son tahminine göre 2009’da ‘Gelişmekte olan’ ekonomiler % 1.2, ABD ekonomisi % 2.5, Türkiye ekonomisi % 5.9 küçüldü geçen yıl. ABD ekonomisi Türkiye’den daha çabuk büyümeye geçti. Türkiye’deki işsizlik oranı gerilemeye başladı ama hâlâ ABD’dekinden çok daha yüksek. Türkiye’de de işini kaybeden, işyerini kapatan ya da işini bırakan binlerce
kişi var.
Bu noktada akla gelen soru şu: Bu tablo Türkiye’de de sandığa yansıyacak mı? Türkiye’de krizin etkilerini yaşarken Sayın Başbakan’ın “Kriz bizi teğet geçiyor” diye uyutmaya çalıştığı seçmen isyan bayrağını çekip iktidar partisine bir ders verebilir mi?
Seçenek olsaydı
Bunun olabilmesi için her şeyden önce seçmenin önünde inandırıcı bir seçenek görmesi gerekli. Seçmen, ekonomideki çıkmazları aşma ve işsizliği azaltma
konusunda, iktidardaki partiden daha
inandırıcı bir program ortaya koyan bir siyasi alternatif bulabilse Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bir şok yaşatabilir ama böyle bir alternatif henüz ortada görünmüyor.
Ortada böyle bir tehdit olmayınca da Sayın Başbakan teğetli, IMF’li halkı oyalama oyununu oynamaya devam edebiliyor.