Mısır’da olanlar üzerinden, bir yandan kestirmeden Türkiye üzerine dönen bir siyasal tartışma yapılırken, diğer yandan, ‘post-İslamizm’ kavramı çerçevesinde, ‘İslam ve demokrasi’ üzerine daha kapsamlı ve ‘derinlikli’ bir fasıl açıldı.
Aslında, ‘Post-İslamizm’ epeydir moda olan bir kavram, ama bizim medyaya düşmesi, Mısır tartışmasıyla oldu. Bu tartışmaya öncülük eden ünlü ‘İslamcılık uzmanı’ Oliver Roy’nın, 1994’te yayımladığı ‘Siyasal İslam’ın İflası’ başlıklı kitabıdır (The Failure of Political Islam, Harvard University Press). Roy, daha sonra Patrick Haenni ile birlikte, ‘La Post Islamisme’ başlıklı bir çalışma yayımladı (Revue du Monde Musulman et de la Mèditerranneè, 1999). Bu bakış açısı, İslamcılığın artık mevcut sistemler içinde daha ziyade kültürel, sosyal, ahlaki yönelişlere odaklandığını ve ‘siyasal’ iddiasının geriye çekildiğini vurguluyordu. 2000’li yıllarda, bu yaklaşım farklı terimlerle de olsa çok taraftar buldu. İslamcıların, özellikle şiddeti reddeden ve liberal ekonomiyle barışan yorumları baş tacı edilmeye başladı.
Post-İslamizm’e dayandı
Bu yönde gelişen geniş düşünce ve yazın yelpazesi içinde, ‘İslamcılığın demokratik bir toplumsal güç’ olduğu yönündeki akademik ve derinlikli çalışmalarıyla öne çıkan Asef Bayat’tan, demokratikleşmeyi ekonomik liberalleşme ve ABD dış politika çıkarlarına indirgeyen siyasi best-seller yazarı Vali Nasr’a kadar birçok isim var.
Bu uzun ve geniş tartışmayı gazete köşesine sıkıştırmak hem imkânsız, hem de konuya haksızlık olur. Ancak, Mısır konusu geldi post-İslamizm’e dayandı; o nedenle, tartışmanın genel çerçevesine değinmeden edemedim. Şimdilik, bu tartışma çerçevesinde, bu kısıtlı alanda, bir hususun altını çizmekle yetineceğim.
Öncelikle, ‘Ilımlı İslamcılık’ veya daha afilli adıyla ‘post-İslamcılık’ konusu, demokratik dinamikler açısından ciddiye alınmayı fazlasıyla hak ediyor, ama kimse kısa yoldan demokrasi hayallerini İslamcı dinamiklere yüklemeye kalkmasın.
İslam konusunda, önyargıya kapılacak, ‘İslamcılık fobisi’yle hareket edecek son insanım. Vaktiyle, ‘İslam siyasallaşmamalı!’ diyenlere karşı, ‘neden siyasallaşmayacakmış!’ demiş biriyim. Halen de öyle düşünüyorum. Herkes kendi inanç ve değer dünyasını siyasal ifade biçimine neden taşıyamasın? Neden herkes kendi düşünce dünyasından yola çıkarak siyasal toplumsal tartışmaya katılırken dindarlar, muhafazakârlar bu tartışmanın dışında tutulsun? Bir yandan demokrasiden söz edip, diğer yandan bu iddianın peşinden gitmek imkânsızdır. Kimse her davette içki ikram etmek veya her yaşam tarzına düşünsel olarak eşit mesafede olmak zorunda değildir.
Otoriter siyaset algısı
Bence, İslamcılığa veya ‘siyasal İslam’a ilişkin sorun bu değildir. İslamcılığa ilişkin sorun, ılımlı versiyonları da dahil olmak üzere İslamcı siyasetlerin, demokratik bir çerçevede siyasal tartışma ve yarışa katılma anlayışını daimi olarak benimsemek yerine, bunu iktidar devrinin bir aşaması olarak görüp, siyasal hedeflerini, toplumu ‘İslam’a, daha doğrusu kendi anlayışları çerçevesinde algıladıkları ‘İslam’a uydurma çerçevesinde kurma iddiasıdır. Yani, mesele bir ‘otoriter siyaset algısı’ meselesidir.
Post-İslamcı denilen hareketler veya çevrelerin, iddiası, birçok liberal demokratın algıladığı türden ‘demokrasi’ değil, kendi algıladıkları çerçevede İslami kuralları dayatan ve sadece siyasi iktidarın seçimle belirlendiği ‘İslami demokrasi’lerdir. Bu çerçeveyi yeterince ‘demokratik’ veya siyasi-toplumsal çözüm olarak görenlere hiçbir sözüm yok, ama bu görüşte olanların dışında kimse demokrasi hayallerini veya hayal kırıklıklarını, post-İslamcılığa yüklemeye kalkmasın.
İslam coğrafyası ve İran
Batı dünyasında da, Müslüman toplumlarda siyasal-toplumsal sorunların çözümü, giderek bu çerçeve içinde görülmeye başlandı. Bu tavrın aslında ne kadar Oryantalist bir bakışı yansıttığı ayrı bir tartışma. Ama daha önemlisi, madem mesele buydu herkesin ‘İran İslam Cumhuriyeti’yle derdi ne diye sormak isterim. Tartışmalı son seçimler bir yana, İran’daki mevcut rejim aslında ‘post-İslamcılar’ın hayata geçirmek istedikleri sistemdi. O halde, neden bu rejim yıllar yılı, ‘öcü’ diye gösterildi? İran, ‘İslami kurallar’a titizlenen ve siyasal iktidarın seçimle değiştiği bir sistem değil mi? Dahası, halihazırda, bırakın İslam dünyasındaki ‘laik diktatörlük’ denilen ülkeleri, ‘demokrasi rüzgârı’na bayraktarlık yaptığı söylenen El-Cezire televizyonunun ev sahibi olan Katar da dahil olmak üzere, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’dan daha demokratik bir ülke değil mi?
Müslüman coğrafyanın içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal darboğazları sahiden dert ediyorsak ve bu sorunları aşmak için, bu halklarla dayanışmak istiyorsak, bir iki klişenin ardına sığınıp rahat uyku uyumayı tercih etmek yerine, uykumuzu kaçıracak gerçeklerle yüzleşmeyi göze almak zorundayız.