Aslında bu hep böyledir, birileri mücadele eder, birileri de, ‘devrim’in, ‘demokrasi mücadelesi’nin, ‘halkların uyanışı’nın ‘tadını çıkarır’. Ama, biz artık bu işin de, ‘suyunu çıkarmış’ vaziyetteyiz!
Özellikle 12 Eylül buldozeri siyasal mücadele zeminini ezip geçtiğinden bu yana, ‘devrim’, ‘demokrasi’, ‘mücadele’ ne varsa, hep birilerinin üzerinden veriliyor. Uzun bir süre, sol siyaset de, demokratlık da, ‘Kürt siyasal hareketi’nin rantının üzerine oturdu. Bir yandan, Kürtler ölüyor, hapse düşüyor, köylerinden ediliyor, kayıp nesiller yetişiyor, diğer yandan birileri onlara sözle ‘sahip çıkarak’, çok solcu, çok demokrat, çok ‘insan’ oluyor. Sonra, işler sarpa sarınca, Kürtlerden buz gibi soğumuyor, ‘ama siz de şiddetten vazgeçin’, ‘siz de az baskıcı değilsiniz!’, ‘bırakın bu Stalinist dili’ deniliyor.
En AB’ci en demokrat!
Demokrasi mücadelesi, zor, meşakkatli bir iş, kim uğraşacak? ‘İç dinamikler yetersiz’ fermanı veriliyor, demokrasi mücadelesi AB’ye devrediliyor. En AB’ci olan otomatik olarak en demokrat oluyor! Sonra, AB süreci sarpa sarıyor, en AB’ciler ara sıra AB’den söz ederek durumu geçiştirmenin yolunu buluyor, hatta, ‘Avrupasız Türkiye’ci oluyor.
Eski İslamcılar, 28 Şubat cenderesinden çıkmanın yolunu buluyor, ‘muhtar bile olamaz’ denilen liderleri tüm badireleri aşıyor, gücü tartışılmaz hale geliyor, muhafazakârlığın ‘değişimci, ‘demokratikleştirici’ dinamiği keşfediliyor. 28 Şubat’ta ‘ne cami, ne kışla diyenler’, şimdi muhafazakârlara ‘gözünün üstünde kaşın var’ diyene göz açtırmıyor! ‘28 Şubat ile hesaplaşma’nın ötesine gidemeyen ‘Ergenekon süreci’, tüm yakın tarihle yüzleşme diye yutuluyor, yutturuluyor!
‘Devrim ve demokrasi âşıkları’, dünyada olup bitenle de son derece ilgili (!), taş atıp da kolları yorulmadığı için, demokrasilerden demokrasi, devrimlerden devrim beğeniyor. Eski Sovyet havzasında zuhur eden renkli devrimlerden demokrasi adına bin bir mana çıkarılıyor, kah Turuncu, kah Gül devrimiyle coşuluyor. Onlar kesmezse, daha radikal takılmak isteyenler için nasılsa Latin Amerika’daki devrimler, yeni sosyal hareketler, Zapatistalar var! Ukrayna’da müthiş sivil şahlanıştan beş sene sonra ne olmuş, Gürcistan’ın gülü nasıl solmuş, aslında Latin Amerika’nın hali nedir?
Düşünme gereği duyan yok!
Son umut Ortadoğu! Ne de olsa ‘Ortadoğu, eski Ortadoğu değil!’ Peki ‘yeni’si nedir, nelere gebedir? Kimsenin umuru değil! Devrimci coşku, demokrasi aşkı yeni bir mecra bulmuşken akmadan duramıyor. Altı sene sonra Lübnan’daki ‘Sedir Devrimi’nin suyu çıkmış, ne gam! Tunus’ta Yasemin kokulu devrim var. Daha iyisi, Mısır’da halk şahlanmış ‘Mübarek rejimi’ni yıkıyor, haydi Tahrir Meydanı’na!
Sıkıysa, bu coşkuyu gölgeleyecek bir laf et! Ne Baascılığın kalıyor, ne statükoculuğun. Baas Mısır’da hiç iktidar olmamış, Nasır tartışması yüzünden, Baas hareketi bölünmüş ne fark eder? Baascılık, Nasırcılık, Kemalizm, bu kafaya göre hepsi aynı şey. Model benziyor ama, Soğuk Savaş dönemi boyunca benzer modellerle yönetilen ülkeler birbirine karşı mevzilenmiş, dünyanın gölgesi bölgeye böyle düşen, çarkı böyle dönüyor, kimin umurunda.
Önemli olan, Ortadoğu’da olanları şimdi bulunulan yerden yorumlamak, manidar benzerlikler kurmak. Bu formata göre, Ortadoğu’nun yakın tarihinde temel çelişki, ‘asker destekli, laik diktatörlükler’ ile, ‘demokrasi aşkı ile ölen, mazlum muhafazakâr halk’ ve onların doğru yolu bulmuş, liberal müttefikleri arasında görülüyor. Gerisi, demokratik İslamcı dinamiği öcü gibi göstermeye çalışan, ‘sandıktan korkan’ statükocu kafalar!
Ortadoğu’da işler sarpa sararsa ne olacağı kimin umurunda, dünyada peşine takılacak başka devrim, halk hareketi, demokrasi aktörü kıtlığı mı olacak. Sırası gelen, bizimkilerin demokrasi ve devrim aşkını alevlendirecek. Ateşi küllenen devrimlerden, mücadelelerden geriye ne kalacak, demokrasi dekoru olarak bağırlara basılan kalabalıklar neye mahkûm olacak kime ne? Dünya yanacak, birilerin bir kalbur samanı yanmayacak.
Torba Yasa dayağı
Bu arada, Türkiye’de emekçileri köleliğe mahkûm eden yasalar çıkıyormuş, Torba Yasa’ya direnenler dövülüp, sövülüyormuş. Zaten hali hazırda, insan emeğinin, canının değeri pula dönmüş durumda. Tam da bu esnada, denetimsizlikten, tedbirsizlikten ve bunun sonucu olan fütursuzca işleyen çalışma koşulları altında, iki işyerinde çıkan patlamalarda yirmi emekçi can vermiş. Belli ki, daha öncekilerde olduğu gibi, bu canların hesabı da kimseden sorulmayacak. Ama, bunların devrimle, demokrasi ile alakasına neden kafa yorulsun? Şık bir halk hareketinin parçası olmayan direniş de, ölüm de artık çok banal!