Begüm Özbaş ve İris Süloş, görsel sanatlar mezunu iki yakın dost. Kökleri, Girit Adasına ve Yunanistan’a dayanıyor. Aileleri sanat, resim ve mimari tutkunu. Her ikisi de evlerindeki eski uygarlıkların Anadolu’daki izlerinin, Eski Yunan’ın, eski Roma’nın havasını solumuş. Bu yaşayan tarihin içinde büyürken tasarımlarının ilk tohumları işte bu ortamda, bu antik parçaların verdiği ilham ile atılmış.
- Tasarımlarınız nasıl bir iddia taşıyor?
Her biri kendi içinde bir hikaye barındırıyor ve bu hikayeler antik ve modernin harmanlanması ile oluşuyor. Herkes kendi köküne, yani yaşadığı kültüre, çevreye, geçmişine, kısaca her şeyi ile bu kaynağa bağlanır. Seni sen yapan güç ve değerleri keşfetmek ve onlara saygı duymaktır. Kadının gücünü, kendi motivasyonunu, eşitliğini, bu kökten dolayısıyla bu uygarlıktan çıkaracağına inanıyoruz. Bu yüzden bizim koleksiyonumuz uygarlığın köklerinden esinleniyor.
- Peki, tasarımlarınız bir uygarlık olsaydı, kadınları ne takardı?
Böyle bir uygarlık olsaydı orada yaşayan kadınların kullandıkları paralar nasıl olurdu, boyunlarında taşıdıkları damgalar ne anlatırdı? Bu felsefe ile tasarımı üzerinde taşıyan kişinin değerleri, bakış açısına göre
Türkiye’nin son dönemdeki popüler adası Bozcaada, geçtiğimiz günlerde yeni bir festivale ev sahipliği yaptı: ‘Run The Island Bozcaada’… Spor, lezzet ve müziği bir arada sunan bu iki günlük festival, adanın muhteşem doğası ve bağlarında yapılan koşu yarışlarının yanı sıra zumba, yoga ve sokak tenisi ve daha pek çok farklı spor dallarıyla renklendi. Festivali düzenleyen Burcu Topbaş ve Gökhan Dönmez ile konuştuk.
- Bozcaada son dönemde öne çıkmaya başladı. Siz de ilk kez bir spor festivali gerçekleştirdiniz. Bu konsepti oluşturma ve hayata geçirme sürecinizi anlatır mısınız?
B.T: Biz uzun zamandır spor ve eğlencenin bir arada olduğu bir etkinlik yapmak istiyorduk. Gökhan yıllardır sporun içinde, Hem tenis hem de farklı spor dallarında birçok ulusal ve uluslararası organizasyonlar yapıyor. Ben de yabancı konser ve farklı etkinlikler düzenliyorum. Bozcaada’ya yıllardır geliyoruz ve doğasını, sakinliğini çok seviyoruz. Burada da farklı bir festival yapmak istedik. Bunu da adanın ruhuna uygun yapmak istedik. Mesela, ilk defa ‘Run The Island Bozcaada’ya özel bir parkur oluşturuldu. Ayazma Plajı’ndan başlayan parkur, bağların arasından çam ormanlarının içine devam etti. Sadece
Türkiye’de her yıl 1 milyon 350 bin kadın gebe kalıyor. Bu kadınların 100 binde 14’ü doğum öncesi ve sonrasında ortaya çıkan komplikasyonlar nedeniyle ne yazık ki hayatını kaybediyor. Kısa adı TJOD olan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği, anne ölümlerini en aza indirmek amacıyla sürekli projeler geliştiriyor. Dernek tarafından “Yaşasın Anneler, Anneler Yaşasın” sloganıyla hayata geçirilen projenin geniş kitlelere ulaşması hedefleniyor. Son olarak Woman TV’de aynı sloganla başlatılan programla kadınların bu konuda bilinçlendirilmesi hedefleniyor. Her hafta Cumartesi günü sabah saat 10.00’da canlı olarak ekrana gelen programda, kadın doğum uzmanları tarafından anne adaylarına ve çiçeği burnundaki annelere yönelik hayati bilgiler veriliyor. Anne ölümlerine azaltmayı amaçlayan projeyi, TJOD Başkanı Prof. Dr. Ateş Karateke ile konuştuk.
- Anne ölümlerini azaltmaya yönelik olarak başlattığınız yeni projenizi kısaca anlatır mısınız?
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin yönettiği bir proje bu. Dernek olarak amacımız Türkiye’de anne ölümlerini en az seviyeye indirmek. Gebeliğe bağlı, gebelikten dolayı olabilecek nedenlerle meydana gelebilecek anne kaybını azaltarak, 100
Dünyada her 8 kadından birinde görülen bir kanser türü, meme kanseri. Aynı zamanda kanserler arasında erken tanıyla iyileşme oranı en yüksek olanı... Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrah Doç. Dr. Özay Özkaya ile kanser sonrası meme onarımının önemi üzerine konuştuk. Özkaya ayrıca, Ekim ayı boyunca Türk Plastik ve Estetik Rekonstruktif Cerrahi Derneği bünyesinde İçişleri Bakanlığı’nın da desteğiyle meme kanserine dikkat çekmek amacıyla Samsun’da farkındalık toplantıları düzenleyeceklerini belirtiyor.
- Meme kanseri genetik midir?
Meme kanseri her 8 kadından birinde görülecek bir kanser türü olarak öngörülüyor. Ömrümüzü devam ettirdiğimiz sürece meme dokusu, kanser üretebilme kapasitesine sahip bir doku. Fakat genetik yatkınlık denen bir durum da söz konusu. Eğer annede varsa hatta anne ile birlikte teyzede de varsa o zaman risk yükseliyor. Çünkü iki tane gen var en çok bilinen ve test edilebilen: BRCA1 ve BRCA2. Bu iki gen anneden çocuğu geçiyor. Dolayısıyla
Uzman Diyetisyen ve Psikolog Pırıl Duru, Pilates ve Fitness Eğitmeni Emine Başarır rehberliğinde D-Resort Murat Reis Ayvalık'ta gerçekleştirilen 'Sağlıklı Yaşam Günleri" programı sonrası merak ettiğimiz soruların yanıtlarına ulaştım. İki uzmanın önerileriyle sağlıklı yaşam için yapılması gerekenleri aşağıda okuyacaksınız...
PIRIL DURU: "DENGELİ BESLENİP, BOL HAREKET EDELİM"
- Bize kendinizden bahseder misiniz?
Ben hem bireylerin hem de kurumların, hayat kalitelerini arttırmak adına, bütünsel yaklaşımla hem psikolojik olarak hem de beslenme anlamında destek veriyorum. Aynı zamanda üniversitede sporcu seslenmesi yüksek lisans programında ders veriyorum ve doktora yapıyorum.
- Sporcu beslenmesinin temel amacı nedir? Her ikisi arasında nasıl bağlantı bulunuyor?
Sporcu beslenmesinde temel amaç, sporcunun sağlığını ön plana koyarak, performans artışı sağlamaktır. Her spor yapan bireyin amacı, profesyonel bir atlet gibi, daha hızlı koşmak, daha ağır kaldırmak, daha uzun süre devam etmek değildir. Kişilerin bu sporu yapma amacını sorgulamak lazım. Örnek vermem gerekirse, maratona hazırlanmak için koşan bir bireyle, günlük fiziksel aktivite olarak koşmak ve/veya bu süreçte
O ülkemizin gözbebeklerinden... Pek çok kez gururla bayrağımızı gönderde dalgalandıran Dünya Serbest Dalış rekortmeni Şahika Ercümen, suya olan tutkusunun yanı sıra sualtı ile ilgili sosyal sorumluluk projelerinde de gönüllü olarak yer almaya devam ediyor. Detayları kendi ağzından dinliyoruz...
- Bir süredir yeni bir heyecanın içinde oldunuz. Polonyalı meslektaşınız Emilia Biala ile birlikte dalış kampları düzenlediniz. Bu proje nasıl gelişti?
Türkiye’nin ilk kadın serbest dalış eğitmeniyim fakat aktif sporcu olduğum için çok fazla eğitmenlik kimliğimi kullanamamıştım.
Yaşamını denize borçlu bir sporcu olarak, benim hayatımı değiştirdiği gibi başka gençlerin de yaşamı değişsin istiyorum.
Ayrıca her sene yüzme bilmediği için boğulan onlarca insan, deniz canlılarından ve yosunlardan korktuğu için denize giremeyenler için bir şey yapmam gerektiğini düşündüğüm için, birlikte antrenman yaptığım Polonya Rekortmeni Emilia Biala ile eğitimlere başlamaya karar verdik.
- Bu kamplarda vereceğiniz eğitimler hangi amaçları taşıyor, kimleri kapsıyor? Hangi tarihlerde, nerelerde olacaksınız?
Üç tarafı denizle çevrili ülkemizde hala her sene onlarca boğulma vakası yaşanıyor. Bu
Gittikçe hızlanan günlük yaşam, anı yaşamaya fokuslandıkça anda kalmakta zorlanan bireylerin bozulan yeme alışkanlıkları ile ilgili dünya şimdi yepyeni bir akımı tartışıyor: ‘Sezgisel Yemek’...
Tüm dünyada trend olan bu akımla fazla kiloların ve bilinçsiz tüketimin önüne geçmek artık mümkün. Uzman Diyetisyen Seba Sarıtepe, sezgisel yemek disiplinini şöyle açıklıyor, "Sezgisel yemek ile her birey birer ‘sezgisel yiyici’ye dönüşüyor. Aslında her birey bebeklik döneminde birer sezgisel yiyici olarak yiyecek tüketimini sağlıyor. Bebeklerin acıktıklarında ağlaması ya da yemekleri fazla yememesi gibi özellikleri de sezgisel olarak hareket ettiğini gösteriyor. Zamanla kalıplara sığdırılan bu durum bozuluyor. Örneğin, 'Öğlen yemeği saat 12.00-13.00 arasında yeniliyor' kalıbına kendimizi sokarak, acıkmasak bile yemek yiyebiliyoruz, o kalıba uyum sağlayarak ona göre hareket ediyoruz. Oysa ki sezgisel dürtülerimizi kullanarak, acıktığımız zaman yemek yemeği tekrar öğrenmeliyiz. Bozduğumuz sezgiler yüzünden kişi yemek yediğinde, doyduğunu ya da acıktığını da anlamıyor. Kişinin kendisini dinlemesi gerekiyor. Yemeği yerken o ana beynimizi odaklamalıyız. Yediğimiz yemeğin farkına vararak
Boğaz ağrısına karşı ahududu, uykusuzluğa karşı lavanta yağı, baş ağrısına karşı anason… Dünyanın pek çok noktasında insanlar ağrılara karşı hala kendi doğal yöntemlerini kullanıyor.
Mısır: Baş Ağrısına Anason
Doğu Akdeniz’e özgü anason bitkisi, geleneksel yöntemlerle kurutularak kullanılıyor. Özellikle baş ve mide ağrılarında çay olarak içiliyor. Merkezi sinir sistemi aracılığıyla hem beyin hem de sindirim organlarını rahatlatıcı etkisi bulunuyor. Aromaterapide de anason kullanılan üst notalardan biri. ½ çay kaşığı anason kaynar suyun içinde 10 dakika bekletildikten sonra içiliyor.
Rusya: Boğaz Ağrısına Ahududu
Rusya’da hemen hemen her bahçede yetişen ahududu meyvesi, boğaz ağrısına bire bir. Kırmızı meyvelerin hemen hemen her yerde yabani olarak büyüdüğü bu ülkede hatta Sibirya'da bile, ahududu boğaz ağrısına karşı klasik bir çözüm olarak yüzyıllardır kullanılıyor. Ahududu, tahriş olmuş ve faranjite dönüşmüş mukozanın üzerinde koruyucu bir film etkisi yaratıyor. Ahududu meyveleriz yaprağıyla birlikte taze ya da kurutulmuş olarak sıcak içildiğinde oldukça etkili.