Berlin Film Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı için yarışan filmlerden biri Christian Petzold’un “Undine”siydi. Petzold’un kalıplarla oynadığı bu filmini Brezilya yapımı “All the Dead Ones” takip etti... İki film de geçmişin izlerinin bugüne etkileri açısından birbirleriyle konuşan yapımlar...
70. Berlin Film Festivali’nin Altın Ayı ödüllü yarışmasında önceki gün gösterilen iki film de, geçmişin izlerinin bugüne etkileri açısından birbirleriyle konuşan yapımlardı. Bunlardan ilki yarışmada Almanya’dan en heyecanla beklenen, Yeni Berlin Okulu’nun önemli yönetmeni Christian Petzold’un imzasını taşıyan “Undine”ydi. “Barbara”, “Phoenix” ve “Transit”in de aralarında olduğu filmlerle minimalist bir anlatımı, kimlik ve tarih gibi konuları işlemek için kullanan Petzold, Avrupa sinemasının yaratıcı yönetmenle-rinden. Petzold, “Undine”le başrolleri bir kez daha “Transit”te birlikte çalıştığı Paula Beer ve Franz Rogowski’ye
70. Berlin Film Festivali, ilk dört gününü geride bırakmışken takipçiler, büyük ödül Altın Ayı’ya uzanması muhtemel bir filmle tanıştı: ABD’li yönetmen Kelly Reichardt’ın imzasını taşıyan “First Cow”
“First Cow” için söylenecek ilk şey bir ‘anti western’ olduğu. ABD’li yazar Jonathan Raymond’ın “The Half Life” adlı bir öykü-sünden Raymond ile Reichardt’ın birlikte uyarladığı film, William Blake’in arkadaşlığı örümcek için ağı ve kuş için yuvasıyla karşı-laştırdığı mısralarıyla açılıyor. Nitekim yeni kurulan Amerika’nın sert dünyasında ayakta kalmaya çalışan iki arkadaşa odaklanıyor.
19. yüzyıl başlarında Oregon’da zenginlik ve yeni bir hayat peşinde koşan bir grup adamla gezinen Cookie, onların aşçılığını ya-pan zarif ve duygusal bir adamdır. Bir gün ormanda peşinde Rus adamlar olan Çinli göçmen King Lu’yla tanışır ve adama yardım eder. Yeni kurulan bir kolonide yeniden karşılaştıklarında arkadaşlıkları pekişir ve ayakta
Fransız sinemasının ilişkiler ve insanlar arasındaki bağları anlatma konusunda usta isimlerinden Philippe Garrel yeni filmi “The Salt of Tears / Le sel des larmes”ı 70. kez düzenlenen Berlinale’nin Altın Ayı Ödüllü yarışması kapsamında sundu. Siyah beyaz çekilmiş, günümüzde geçse de zamansız bir his bir veren bu film, Luc (Logann Antuofermo) adlı genç bir adama odaklanıyor. Babasıyla yaşayan ve marangozluk yapan Luc, Paris’e prestijli bir mobilya okulunun sınavına girmek için geliyor ve Paris’te tanıştığı Djemila’yla (Oulaya Amamra) bir aşk yaşamaya başlıyor. Eve döndüğünde liseden aşkıyla karşılaşıyor ve yeniden birlikte olmaya başlıyor.
Garrel, “The Salt of Tears”ta önceki filmlerinden tanıdık gelecek aşk ilişkilerini ve burada yaşanan kafa karışıklıklarını işliyor. Ancak bu kez uzmanı olduğu bu alanda en etkin işlerinden birini çıkardığı iddia edilemez. Luc’un yüzeyselliğini ve bencilliğini bilerek bu kadar mesafeli şekilde işliyorsa bile bu izleyiciye geçmiyor. Kesik diyaloglar ile izleyiciye bir duygu geçirmeyen
70. Berlin Film Festivali’nde izleyiciyle ilk buluşan yarışma filmi Natalia Meta’nın imzasını taşıyan Arjantin yapımı “The Intruder” oldu. Film, dublaj sanatçısı Ines’in travmatik bir deneyimden sonra sesinde bir fark, bir frekans duyulmaya başlamasıyla ilerliyor. Gizemli, gerçek ve rüyanın birbirine girdiği bir atmosferde geçen film, gerilim ve mizah öğeleriyle ilerliyor. Ancak David Lynch’vari bir üslup ve atmosferin, çok titiz bir yönetim olmadan işlemediğini kanıtlıyor. Berlinale ana yarışma için fazla kafası karışık bir havası olan film, bir kadının travmalarıyla ilgili metnini de öykündüğü sinemanın gizemlerine dalarak dengede tutamıyor. Dolayısıyla Berlinale’nin ilk yarışma filmi, 70’inci yıla heyecansız bir başlangıç sundu.
Festivalin yan bölümlerinden Panorama’da yer alan Danimarka yapımı Jeanette Nordahl’ın imzasını taşıyan “Wildland” ise etkileyici bir aile bulma öyküsü sunuyor. Annesini bir kazada kaybeden 17 yaşındaki Ida’nın teyzesinin yanında bir aile ve sevgi bulmasını; ancak bu
Geçen yıl Cannes’da yarışan “Burası Cennet Olmalı”, Elia Suleiman’ın yolunun Filistin’den Paris ve New York’a uzanması üzerinden dünyayı absürt bir mizahla yansıtıyor.“Burası Cennet Olmalı/It Must Be Heaven”Yön.: Elia Suleiman Oyn.: Elia Suleiman (ES), Tarik Kopty (Yaşlı komşu), Kareem Ghneim (Genç komşu), George Khleifi (garson) Sen.: Elia Suleiman Gör.: Sofian El FaniSessiz komediyi politik bir güce dönüştüren Filistinli sinemacı Elia Suleiman, kendisinin başrolünde yer aldığı filmler ve kara mizah dolu kariyeriyle biliniyor. Sinemacı yeni filmi “Burası Cennet Olmalı/It Must Be Heaven”da da bilindik çizgisinde bir film sunuyor. Bu yıl Cannes Film Festivali’nde yarışan ve FIPRESCI Ödülü’nü kazanan “Burası Cennet Olmalı/It Must Be Heaven”ın başrolünde Suleiman, kendi alter egosu olarak karşımızda.
Nasırali ES, buradaki evini terk eder ve filmi için yapımcılarla buluşmak için önce Paris’e ve ardından New York’a uzanır. ES, gittiği her yerde askerî geçit
Berlinale, jüri başkanı Irons’ın hakkındaki eleştirilere verdiği yanıtla başladı: “Eşcinsel evlilik, kürtaj ve kadınların eşitliği medeni toplumlar için gerekli insan haklarıdır. Umarım izleyeceğimiz filmler de bu konuları ele alır...”Berlin Film Festivali’nde ilk sabah geleneksel olarak ana yarışma jürisi basınla buluştu ve önümüzdeki 10 günde yarışma filmlerine yaklaşımları üzerine ipuçları verdi. İngiliz aktör Jeremy Irons’ın başkanlık ettiği jüride bu yıl ayrıca oyuncu Bérénice Bejo, yapımcı Bettina Brokemper, yönetmen Annemarie Jacir, tiyatro yazarı ve yönetmen Kenneth Lonergan, aktör Luca Marinelli ve yönetmen Kleber Mendonça Filho görev yapıyorlar.
18 yarışma filmini değerlendirecek jürinin başkanı Irons toplantının başında eski konuşmalarından dolayı kendisine yöneltilen eleştirilere yanıt verdi. Kendisine karşı çıkan haberlerde, kürtaj ve eşcinsel evlilik karşıtlığı ile taciz iddiaları olmak üzere üç başlık olduğunu belirten Irons, bu konuları açıklığa kavuşturmak istediğini belirtti:
Greta Gerwig’in klasik roman “Küçük Kadınlar”a getirdiği yorum, karakterleri, eseri benimsemesindeki adanmışlık ve kamerayı dönem filmlerinin ağırlığından kurtaran yaklaşımıyla dikkati çekiyor.
Louisa May Alcott’ın 1868 tarihli klasik romanı “Küçük Kadınlar/Little Women” biri ünlü yönetmen George Cukor’un imzasını taşımak üzere defalarca sinemaya uyarlandı. Bugün yeniden uyarlanmasına gerek var mıydı? Bu roman hâlâ bizimle konuşuyor mu? Greta Gerwig’in yönettiği “Küçük Kadınlar” söz konusu olduğunda iki sorunun da yanıtı evet.
Gerwig’in -tartışmalı şekilde- ona En İyi Yönetmen dalında adaylık getirmeyen “Küçük Kadınlar”ı, En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Ronan), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Pugh), En İyi Uyarlama Senaryo dallarında aday olup En İyi Kostüm Tasarımı dalında Oscar kazandı. Bu uyarlama, zaman ekseninde romanın kız kardeşlerin ergenliğini konu alan ilk bölümü ve evlilik yollarına odaklanan ikinci yarısı arasında gidip geliyor.
Kadınların
Bir avukatın verdiği çevre mücadelesinin gerçek hikayesinden uyarlanan “Karanlık Sular”, büyük kahramanlık anlarına değil, azimle yürütülen bir mücadelenin detaylarına yer veren önemli bir film“Karanlık Sular / Dark Waters”Yön.: Todd Haynes Oyn.: Mark Ruffalo (Rob Bilott), Anne Hathaway (Sarah Barlage Bilott), Tim Robbins (Tom Terp), Bill Pullman (Harry Dietzler), Bill Camp (Wilbur Tennant)Sen.: Mario Correa, Matthew Michael Carnahan Gör.: Edward Lachman Müz.: Marcelo ZarvosSisteme karşı çıkan tek bir kişinin mücadelesini merkeze alan filmlerin en yeni üyesi “Karanlık Sular/Dark Waters”, çevre sorunlarının her zamankinden fazla odakta olduğu bu dönemde, önemli konusunu öne çıkaran bir sinema dilini isabetle tercih ediyor. Todd Haynes, “Carol”, “Safe” ve Bob Dylan’ı merkeze alan alışılmadık biyografi olan “I’m Not There” gibi filmlerle yaratıcı anlatımlarıyla tanınan bir yönetmen. Ancak “Dark Waters”da kendisini geriye çekerek güçlü