31 Ekim 2009 Cumartesi günü Atatürk Kültür Merkezi’ndeki bir etkinliğe davetliydim. Prof. Dr. Murat Tuncay ustamızın librettosunu yazdığı bir Oratoryo seslendirildi İzmir Devlet Operası Orkestra ve Korosu tarafından. Soprano Seza Agun, mezzosoprano Zafer Rengin Baykal, tenor Mustafa Özer, bariton Sühan Arslan ve bas Teyfik Rodos’un oluşturduğu seçkin solistler, “Aydınlığın Adı Atatürk...”ün yorumu için aynı sahnede buluştular.
Daha ilk kaleme alındığı günlerden beri, bu dev çalışmanın satır satır yükselişine tanık olmuş bulunmaktan bir onur payı çıkartıyorum kendime. Sevgili Murat Hocamızın, bölümler tamamlandıkça paylaştığı “tadımlık buluşlar”, bizi heyecanlandırmaya yetiyordu. “Dramaturgi ve Müzikli Tiyatro”nun kitabını yazmış olmanın ötesinde bir kıvılcım vardı gözlerinde her zaman; bu çalışmasından söz açıldıkça. İşte, duygu ve beyin gücünün sahneye taşınan sentezi, sonunda “Aydınlığın adını” tarifleyen bir ışığa dönüşüvermişti... Ne yazık ki burada, sadece küçük alıntılara yer verebileceğim:
“Doğmak varsa bir devletin kaderinde / Ölmek de var elbet / Ama en zoru / Ömrünü tamamlayıp da / Ölememek !” diye gürledi önce koro... “Gittik. Dövüştük ve anladık ki Yemen / Sıtmadan, sıcaktan ve ihanetten ibarettir...” denildiğinde bir “offf” çekerek küçüldük koltuklarımızda. “Bağımsızlık bağışlanmaz kardaş / Ne insana, ne millete, nerede görülmüş” satırları, “dünü ve bugünü birlikte sorguladı” içimizde. “Devrin dediğin başlar yalnızca / Devrim dediğin bitmez” cümlesini duyduğumuzda ise “daha yüksek sesle, bir daha söyleyin ne olur?” diye kıpırdandık yerimizde.
Hangi birini yazayım? “Bizim köyün mezarlığı tenhadır /Seferberlik üstüne seferberlikten / Babam Balkan Harbinde kalmış / Ağam dönmemiş Çanakkale’den” ihmal edilemez. “Armudu, balı, kedisi, keçisi / Hepsi hepsi bu kadar / Ama Ankara bir dev yürektir, atar da atar / Bir sıkılmış yumruktur, vurur / Bağımsızlık savaşının zembereği / Bu Ankara’da kurulur” ıskalanamaz. “Önde suvari kolordusu / Ardında piyadeyiz / Düz ovadan, dağ yolundan / İne çıka, vuruşa vuruşa / İzmir ufuklarına ilerlemekteyiz...” gölgelenemez. “Kemâl Paşa / Paşalardan bir Paşa değildir / Bunu en çok / Çanakkale’yi Amiral Gemisinde yaşayanlar bilir...” vazgeçilemez !
Ve nihayet, “Ne mutlu Türküm diyene / Parçala yönet mantığını / Politika belleyenlere / Verilmiş bir yaman yanıttır” duyunca içimize biraz su serpildi. “Atatürk olmasaydı / Güneş yine doğudan doğar / Batıdan batardı Anadolu’da / Ama Türksüz, ama türküsüz, ama Türkçesiz” dediğinde koro, salon bir başka uyandı sanki... Finale doğru, “Ama aslında Atatürk / Aydınlığa çıkan yokuşun adıdır Türkiye’de” sesleri yükseldi sahneden ve yokuşta nefes nefese kaldığımızı anlayıp öne eğdik başlarımızı. “Su uyur, karanlık uyumaz / Bilinir bilinmez besleyeni çoktur / Çoğalır, çeşitlenir, güçlenir / Ama güneş varoldukça / Gecelerin hakkında gelecektir gündüzler / Ama karanlığın hükmü aydınlığa kadar... /Gün, gecenin içinden doğar...” denilince de ister istemez “durumdan vazife çıkarttık” dostlar.
Söz burada bitti... “Kıssadan hisse umuma mahsustur” diyor eskiler. Öyle anlaşılıyor ki Atatürk adı, “aydınlığı kaleme alanlar” tükenmedikçe yaşayacak. İyi ki varsınız...