Avrupa şehir-lerinde hiç alışık olmadığımız manzaralara şahitlik ediyoruz. Caddelerde askerler dolaşıyor, insanlara özgürlüklerinden vazgeçmeleri ve evlerinde kalmaları tavsiye ediliyor. Tıpkı Belçika’da olduğu gibi. Öte yandan, diğer ülkelerde açıkça ilan edilmese de artık Avrupa’da terör alarmı var.
Aslında tarih boyunca terör Avrupa’da her zaman vardı. Özellikle de 19. ve 20. yüzyıllarda. Terör dalgasını oluşturan ise sosyal, ekonomik ve siyasi geçiş dönemleriydi. Geçen yüzyılın en büyük terör dalgası Soğuk Savaş yıllarında baş gösterdi. Bazen sömürgeciliğe karşı, çoğu zaman sınıfsal temelli ve etnik hedeflerle bütünleşmiş geleneksel terör eylemlerinden söz ediyoruz. İspanya ve Fransa’da ETA, İngiltere’de IRA, İtalya’da Kızıl Tugaylar ve Almanya’da Baader Meinhof gibi Marksist örgütler terör eylemleriyle tüm Avrupa’yı sarstılar.
Dönemin en büyük özelliği ise terör eylemlerinin iki kutuplu dünyanın “vekâleten savaş” aracı olmasıydı. Öyle ki, Sovyet istihbaratı KGB, “örtülü operasyonlar” için Marksist grupları destekledi. Boş durmayan Batılı istihbarat örgütleri de terörü bahane ederek kendi toplumlarını manipüle ettiler.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Avrupa’nın terör korkusu da azaldı. Ancak 11 Eylül 2001 saldırısı, “dini referanslı” ve daha fazla korkulan bir dalgayı tetikledi. El Kaide’nin Londra, İstanbul ve İspanya saldırıları “dini referanslı” terörün Avrupa kıyılarına vuran ilk dalgalarıydı.
Paris’te yeni bir zirve yapan terörün, Avrupa’yı böylesine derinden sarsmasının birden fazla nedeni var. Geçmişte en büyük tehdit düşman kutuplardı ve devletlerden gelmesi öngörülüyordu. Bu yüzden Soğuk Savaş boyunca terör “tali” bir tehdit ve polisiye sorun olarak görüldü. Bir anlamda terör “ehveni şer” tehditti. Bu gün ise IŞİD terörü, küresel hedef ve stratejileriyle, bağımsız ve melez bir yapı.
“Tek mermi atmadan” Soğuk Savaş’ı bitiren AB, şimdi terörden daha fazla korkuyor. Zenginlik, düzen, istikrar ve refahın arttığı bir ortamda hiç kimse kendi hayatına mal olacak şiddet dolu “sürprizler” yaşamak istemiyor. Bu nedenle de politikacılar ve güvenlik güçlerine baskı yapıyorlar ve bazı özgürlüklerinden vazgeçmeye hazırlar.
Sorunu daha da karmaşık hale getiren, IŞİD gibi dini referanslı bir terör örgütünün ideolojik yaklaşımı. Sıradan bir Avrupalı için en basit açıklama, bunun “ dinler arası” bir savaş olduğudur. En kötüsü ise “düşmanlar” karşı tarafta değil, artık sınırlarının içinde.
İntihar bombacısı olabilmek için gereken radikalleşme sürecinin kısa, medya ve sosyal medyanın etkin, çok adam öldürmenin “makbul” hale geldiği bir ortamda korku ve dehşet akıl ve empatinin yerini alıyor. İşi zor olan sadece Batılılar değil aynı zamanda Müslümanlar.