Rusya’ya sığınan eski CIA çalışanı Edward Snowden ilginç belgeler açıklamaya devam ediyor. Bu kez sızıntı Kanada’nın Toronto şehrinde 26-27 Haziran 2010’da yapılan G-20 zirvesindeki istihbarat faaliyetleri ile ilgili idi. Belgelerden, çok sayıda lider bir araya gelmişken Amerikan istihbaratının bu fırsatı kaçırmadığını öğreniyoruz.
“Beş göz”den ortak operasyon
Dinleme faaliyeti elbette Kanada hükümetinin izni ve işbirliği ile gerçekleştirildi. İznin verilmiş olması hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü istihbarat dünyasında; ABD, Kanada, İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda zaten “beş göz” olarak bilinir.
Bu beşli, küresel dinleme sistemi ECHELON’un ortağı ve hiçbir sınırlama olmaksızın veri, istihbarat paylaşan ortaklar. Bu işbirliği ve kapasite diğer ülkeleri tedirgin ediyor. Fransa, kendi küresel dinleme sistemini kurarak bu işbirliğine cevap vermenin yollarını arıyor.
ABD, 11 Eylül saldırısından sonra istihbarat kapasitesini ve anlayışını kökten değiştirdi. Yeni izleme, dinleme sistemleri ECHELON’u fersah fersah geride bıraktı. Uydu ve fiber optik kablolar üzerinden gerçekleşen telefon görüşmeleri, internet iletişimi, para hareketleri, uçak yolcu listesi, kredi kartı bilgileri vs artık ABD’nin denetiminde.
Bir taşla birden fazla kuş vurmak: G-20 zirvesi
İstihbaratçılar için G-20 zirvesi bir taşla birden fazla kuşun vurulduğu andır. Her ne kadar konu “ekonomi” olsa da, kim bilir liderler ülkeleri ile ilgili kaç telefon görüşmesi, mail ve faks muhaberesi yaptı. Ya da liderlere eşlik eden heyet üyeleri neler konuşup, neler yaptılar? Elbette bütün bunlar “beş göz” ortaklarının kayıtlarına girdi. Tıpkı İngiliz gizli servisinin 2009 yılında Londra’da yapılan G-20 maliye bakanları toplantısında diğer katılımcıların yanı sıra Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibini dinlediği gibi.
Ekonomik krizin sürdüğü bir dönemde “ekonomik çıkarlar” istihbarat örgütlerinin elbette öncelikli ilgi alanı olacak. Sadece bu sebeple bile istihbarat teşkilatları dinleme, izleme, analiz yeteneklerini özel şirketlerin avantajına kullanacaklardır. Rakip yabancı firmalar hakkında elde ettikleri bilgileri kendi şirketlerine vermeye devam ediyorlar.
ABD istihbaratı bu sayede ihale sonuçlarını değiştirebiliyor. Ya da dinleme yolu ile nüfuz edilen rüşvet ilişkilerini açıklama tehdidi ile ortalığa yeniden çeki düzen verebiliyor.
Rüşvet şirketlerinizin kültürü!
CİA’nın eski şeflerinden James Woolsey, Wall Street Journal’da mealen şunları söylüyordu: “Avrupalı dostlarımızı izledik, çünkü onlar rüşvet verdiler. Onları suçüstü yaptığımızda rekabet halindeki ABD şirketlerine herhangi bir şey söylemedik. Bunun yerine rüşvet alıp verdiklerini hükümetlerinin yetkililerine bildirip bunu hoş karşılamadığımızı belirttik.” Bu “nazik” ve oldukça “diplomatik” açıklama, “anlayana saz” tertibinden görülmeli.
ABD istihbaratı elde ettiği bilgi ve belge ile sadece 1993-94 döneminde yaklaşık 16 milyar dolarlık ihalenin kendi şirketlerine verilmesini sağladığı açık kaynaklarda yer alıyor.
Bu işten zararlı çıkan ve ekonomik istihbaratı ciddiye alan Fransa ise bunu bir savaş olarak görüyor. İşi o kadar ciddiye almış olmalı ki, 1996 yılında savunma bakanlığı ile ilişkili “Ekonomik Savaş Okulu’nu” kurdu. Okulun kurucusu Christian Harbulot, amaçlarının istihbarat, casusluk öğretmek değil rekabet için ekonomik istihbarat olduğunu söylüyor. “Piyasadaki farklı sektörler üzerinde hâkimiyet sağlamak için ekonomi stratejileri geliştirmek amacıyla bilgi yönetimi” diye tanımlıyor. Elbette ki okulun öncelikli hedefinde ABD’nin ekonomik istihbarat faaliyetleri var.
Snowden’in belgelerinden Türkiye’nin de hedefte olduğunu anlıyoruz. Bugünlerde medyada devam eden “sızdırılmış evrak” muharebeleri, küresel “aktörlere” ellerindeki istihbarat ile politik ve psikolojik ortamı şekillendirme fırsatı sunuyor olabilir.