Barzani’nin Diyarbakır ziyareti medyada büyük bir tartışma başlattı. Tartışmalar Türkiye’yi merkeze alarak devam ediyor. Fikirleri peşinen ret ya da kabul etmeden evvel bazı hususları göz önünde bulundurmak faydalı olabilir.
Eskiden işler ne de kolaydı!
Uluslararası politik ortam ve aktörler hızla değişiyor. Değişimin ve belirsizliğin en fazla hissedildiği bölge Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu. Napolyon’un dediği gibi jeopolitik, ülkelerin kaderidir. Doğal olarak bu kaderden ne Türkiye, ne de Barzani kaçamaz. O halde yapılacak en iyi iş, siyasi, ekonomik güvenlik ortamı ve dinamiklerini anlayarak yeni ve hızlı çözümler üretmektir.
Bölgede siyaset yapmak, geçmişe göre daha zor ve daha karmaşık. Eski alışkanlıklar, karar alma süreçleri, araçlar ve değerlerle sorunlara cevap vermek mümkün değil.
ABD gibi küresel gücün yanı sıra, İran gibi bölgesel, Suriye gibi iç savaşın pençesinde sürünen devletlerle aynı anda ilişkiden söz ediyoruz. Devlet dışı aktörlerin durumu da farklı değil. Bir uçta devlet gibi davranan ama devlet olmayan siyasi yapılar, öteki uçta çok uluslu şirketler var. Arada ise etnik/dini referanslı siyasi hareketler, terör örgütleri, suç şebekeleri yer alıyor.
İç ve dış politikanın sınırları nerden başlar?
Dış politika, tarihte hiç olmadığı kadar iç politika ile iç içe geçmiş durumda. Siyasi sınırlar muğlaklaşıyor. Bu nedenle Barzani’yi Erdoğan’ın yanı başında görmek hiç de şaşırtıcı değil.
Büyüyen ekonomiler, artan refah, değişimin en etkili itici gücü konumunda. Ticaret, iç ve dış politikada karşılıklı bağımlılığı artırıyor. Paranın cazibesi, “öfkeli duygusallık” yerine işbirliğine dayalı, zengin olma fikrini ikame ediyor. Şimdilerde Barzani-Türkiye ilişkilerine ruhunu verenin “dolar desteleri” olduğunu söylemek abartı olmaz.
Bu bağlamda, Barzani, babasından miras kalan “Kürt lideri” unvanını PKK’ya karşı koruyabilmesinin ve iktidarını sürdürmesinin, ekonomik başarısına bağlı olduğunu görebiliyor. Başka bir ifade ile petrol ve doğalgazını mutlaka satması gerekiyor. Özellikle de Arap Baharı ile içeride yükselen tepkiler, son seçimlerin sonuçları ve Suriye’de PKK’nın yükselişi dikkate alındığında, Türkiye ile ilişkilerin hayatiyeti ortaya çıkıyor.
Başbakan Erdoğan, Barzani’yi Diyarbakır’da ağırlayarak bir yandan karşılıklı bağımlılığı tescil ederken, öte yandan da onun şahsında Kürtlerin “kalbini ve beynini” kazanmayı umut ediyor. BDP’yi ise köşeye sıkıştırıyor.
Diyarbakır’ın seçilmesi aynı zamanda Bağdat’a ve ABD’ye de birer mesaj. Onların kaygılarını anladığını, Kürt Bölgesel yönetimi liderini başkentten uzak bir şehirde ağırlayarak, Bağdat’la eşit statü vermediğini gösteriyor.
Barzani’nin iki günlük ziyareti bazıları için heyecan verici olmakla birlikte, ne yazık ki iç ve dış sorunlar tek bir hamle ile çözülemeyecek kadar karmaşık.
Türkiye, ziyarette Kürt sorununu konuşurken, konuyu daha karmaşık, hassas ve kırılgan yapan mevzu petrol ve doğalgazdır. Ziyaret sonrası, İngiliz politikacı W. Churchill’in ruhunun bölge semalarında yeniden görülmesi hiç sürpriz olmaz. Özellikle de “Bir damla petrol bir damla kandan değerlidir,” sözleri eşliğinde.