ABD ordusu, otuz bin kişilik sınır koruma birliği kurarak SDG’ye (siz onu PKK/PYD okuyun) askeri, idari ve siyasi kapasite kazandırıyor. Her ne kadar iddialar DAEŞ militanlarının hareketlerini engellemek olsa da Suriye parçalanmaya bir adım daha yaklaşmış görünüyor. En iyi ihtimalle de egemenlik gruplar arasında paylaşılacaktır.
Haliyle Irak ve Suriye’de başlayan politik ve askeri süreç öngörülemez sorunlar ve sonuçlara yol açacaktır. Sadece Irak ve Suriye’nin yanı sıra bölgenin diğer ülkeleri ve Türkiye’de bu kaostan etkilenecektir.
Türkiye, bekasını tehdit eden bu gelişmelere, haklı olarak, tepki göstermektedir. Diplomatik alanda itirazlarını dile getirmekte, en üst düzeyde görüşlerini kamuoyuyla paylaşmaktadır. Askeri alanda ise Afrin’e müdahaleden söz edilmekte ve askeri hazırlıklar sürmektedir.
Böylesine karmaşık bir ortamda ilk yapılması gereken hedefler ve araçlar konusunda iyi düşünmek, duygusallıktan, popülizmden uzak durmaktır. Özellikle de düşmanın muğlak, hedeflerin ucunun açık olduğu koşullarda.
Askeri harekât, siyasi, askeri, ekonomik ve psikolojik sonuçları muğlak, bedeli öngörülemeyen bir seçenektir. Bu nedenle politik hedefler açık ve net olmalıdır. Başka bir
Suriye yine gündeminin ön sıralarına taşındı. Ülke, ABD, Rus bölgesel rekabetinin ön cephelerinden biri haline geldi. Muhtemel gelişmeleri öngörebilmek, hedef ve strateji belirlemek için iki ülkenin politik hedeflerini teşhis etmek, stratejilerini belirlemek faydalı olabilir.
Suriye’nin Rus kontrolündeki bölgelerde çatışmalar yeniden alevlendi. Düşük teknolojili ve silahlandırılmış insansız hava araçlarından oluşan “sürüler”, Rus hava üssüne saldırı düzenlediler. Karada ise, çatışmalar İdlib güneyinde yoğunlaşmış durumda. Esad’ın askerleri bir yandan kuzeye doğru ilerlerken, bir yandan da güneye doğru hareketlenerek “muhaliflerden” önemli ölçekte arazi ele geçirmeyi başardılar.
Kuşatma ve sarma taktiği, Rusya’nın askeri danışmanlık, ateş desteği, istihbarat sağlamasıyla birlikte ele alındığında harekâtın Putin’in bilgi ve desteğiyle yürütüldüğü görülüyor. Putin ilk aşamada askeri üslerin güvenliğini sağlamaya, İdlib’de yerleşik “radikal” muhalifleri ortadan kaldırmaya karar vermiş görünüyor. Bu, aynı zamanda “ılımlı” muhalifler “yumuşatmayı/zayıflatmayı” ve Türkiye’ye mesaj vermeyi içeriyor.
Putin’in politik hedefi, Fırat’ın batısında Esad’ın otoritesini sağlamlaştırmak, üslerini
İstihbarat örgütlerinin ilk görevi siyasi, askeri liderleri, diplomatları, teknokratları kötü sürprizlerden korumaktır. Kamuoyu kurumun kapasitesini “kötü sürprizlerle” ölçer. Bedeli ise siyasiler için kamuoyu desteğinin kaybedilmesi, komutanlar için zayiat, diplomatlar için küçük düşmektir. Yine istihbarat örgütlerinden devlet hayatındaki kişi ve kurumların karar
alma süreçlerine katkı sunmaları beklenir.
Öte yandan, örtülü operasyonların ister hedefi, isterse icracısı olsun, devlet için iyi bir istihbarat örgütü vazgeçilmezdir. Kitaba göre, istihbarat örgütlerinin bir diğer sorumluluğu da istihbaratçı yetiştirmektir. İnsan kalitesi, eğitim, öğretim, liyakat ve tecrübe önemlidir. Bu yüzden istihbaratın işini iyi yapması herhangi birine makam, rütbe veya sıfat vermekle sağlanmaz.
Son olarak, istihbarat gizli devlet faaliyetidir. Personelin kimliği, organizasyon yapısı, çalışma yöntemleri, kapasitesi, kaynakları, ilişkileri, niyetleri gizlidir. Bu husus istihbarat örgütlerini güçlü yapar. O yüzden gizlilik, sadece kurum kültürü, iç kurallarla değil, yasalarla da sağlanmaya çalışılır. Ama buna rağmen sızıntılar olur.
Türk istihbarat kurumları son dönemde, dört dalga
İran’da başlayan sokak hareketlerinin ilgi görmesinin birden fazla nedeni var. Sokak, İran İslam rejiminin kuruluşunda önemli bir role sahipti. Yine, İran’ın Ortadoğu’da aktif olması gelişmeleri ilgi çekici hale getiriyor. Çünkü istikrarsızlığa savrulmuş bir İran’ın içeride ve dışarıda yaratacağı “kara deliğin” neleri içine çekeği en büyük soru. Irak’tan Suriye’ye, Lübnan’dan Yemen’e, Afganistan’dan Basra Körfezi’ne kadar geniş bir bölgeden söz ediyoruz.
Son olarak Arap Baharı ile başlayan şiddet dalgasının, sokak hareketlerinin, Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, Irak’ta nelere mal olduğunu hep birlikte gördük ve görmeye devam ediyoruz. Mülteci sorunundan ölümlere, terörizmden açlık ve sefalete kadar. Olası sonuçlar İran’da hadiselerin ne yönde gelişeceği konusundaki merakı artırıyor.
Elbette nasıl ve hangi hızla gelişeceğini tam öngörmek mümkün değil. Fakat kitap şu faktörlere bakarak bazı öngörülerde bulunabileceğimizi söylüyor.
Ülkelerin coğrafi büyüklüğü, ulaşım ve haberleşeme ağlarının gelişmişlik düzeyi yaygın sokak hareketlerinin kontrol altına alınmasında, yayılmasında stratejik öneme sahiptir. Kontrol altına almayı kolaylaştırabileceği gibi, tersine, kontrolün kaybedilmesine
Gelişmeler Suriye sorunu-nun bu yıl da gündemin ön sıralarını işgal edeceğini gösteriyor. Bir yandan “müzakereler” sürerken, bir yandan da sahada yoğun faaliyetler devam edecek. Faaliyetlerin özünü birkaç bölgede devam eden çatışmalar ile grupların kontrol ettikleri bölgelerde siyasi güçlerini tahkim edecek “ordu” kurma çabaları oluşturacak.
Suriye iç savaşının ömrünü uzatan en önemli faktör, çatışma ortamının “mozaik” ve bol sponsorlu olması. Mozaiklik sadece mezhep, etnik kimlik, ideoloji gibi iç dinamiklerle şekillenmiyor. Çoğu zaman sponsorların politik hedefleriyle de biçimleniyor. Bu çerçevede yerel unsurlar ile sponsorların haritalarına dikkatlice bakınca, politik hedefler, bunu gerçekleştirmek için elde tutulan coğrafi bölgeler ve askeri hamleler dikkat çekiyor. Askeri hamlelerin gündemini “ordulaşma” oluşturuyor. Çünkü parçalanmış bir yapıda “ordulaşma” temel devlet fonksiyonu için gereken güvenliği üretir ve gücü tahkim eder.
Suriye’deki orduların çeşitliliği ve bolluğu bize “muhayyel Suriye’yi” öngörmek için önemli ipuçları veriyor. Rusya ve İran, Esad’ın “Suriye Arap Ordusu”nu her alanda destekliyor. Putin, Akdeniz’de kalıcı olmak için Esad ile imzaladığı 49
Yılın son günle-rinde Suriye cephesinden bir yandan ilginç sinyaller alırken, bir yandan da dikkat çekici gelişmelere tanıklık ediyoruz. Konunun gidişatını anlamak için ABD ve Rusya tarafına daha yakından bakmakta fayda var. Bu gün her iki ülke de Suriye’de kendi yol haritalarını uygulamaya koymuş durumdalar. Her ne kadar bazı itirazlar olsa da iki ülkenin uygulamalarında “tuhaf bir uyum” gözden kaçmıyor. Anlaşılan önümüzdeki yıllarda da bu tuhaf ilişki açığa çıktıkça Suriye konularına daha fazla zaman ayıracağız.
Esad rejimi ile 49 yıllığına deniz ve hava üssü anlaşması imzalayan Rusya, politik hedeflerinden birini gerçekleştirdi. Böylece Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan Rusya, ABD Milli Güvenlik Strateji Belgesi’nde ifade edilen “meydan okumasını” ete kemiğe büründürmüş oldu.
Rusya, Suriye’de çözüm bekleyen son “pürüzler” üzerinde yoğunlaşmış görünüyor. Bunlar, İdlip’te faaliyet gösteren “cihatçı” grupların elimine edilmesi ve müzakerelere uyumlu, “ehil muhaliflerin” toparlaması olarak görülebilir.
Açıklamalardan İdlip konusunun önümüzdeki günlerde gündemi oldukça meşgul edeceği anlaşılıyor. Özellikle, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un, İdlip’te faaliyet gösteren bazı “cihatçı”
Trump’ın imzaladığı “Milli Güvenlik Belgesi” herkes gibi Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. ABD’nin ekonomik, siyasi, diplomatik ve güvenlik alanlarında atacağı adımlar, diğer ülkelerle ilişkileri dolaylı ya da doğrudan Türkiye’yi de etkileyecektir.
Yine de belgeye ilgi göstermek bir zorunluluk değil. Ancak, küresel bir güç iddialı, gerilimli bir strateji izleyeceğini söylüyor, gerektiğinde çatışmaya girebileceğini ifade ediyorsa ortada bir gereklilik var demektir. Öfke ve kızgınlıkla, en baştan “yok sayılacak” bir tutum geliştirmemek gerekir. Yapılması gereken şudur. ABD’nin küresel, bölgesel çıkar ve değerlendirmelerini, niyetlerini, ilişkilerini mercek altına almak. Kendi “Milli Güvenlik Stratejiniz” ile olanlara/olabileceklere cevap vermeye hazır olmak. Bunu yaparken de sadece bu metne bağlı kalmadan, mevcut kadronun Türkiye hakkındaki kanaatlerine, açıklamalarına ve devam eden uygulamalarına, özellikle gerilimli alanlara dikkat göstermek gerekir.
Belgeyi okuyan tüm ülkeler aynı zorluklar ve belirsizliklerle karşı karşıya değiller. Belgede adı yer alan ülkelerin işinin “kolay” olduğunu söylersek abartmış olmayız. Çünkü ABD tarafından nasıl algılandıklarını, nereye
ABD Başkanı yeni “Milli Güvenlik Strateji Belgesi”ni açıkladı. Belge dört sütun üzerine oturuyor. Bunlar, ABD’nin, halkının ve yaşam tarzının korunması, Amerika’nın refahının korunup güçlendirilmesi, güç kullanarak barışı savunmak ve Amerika’nın nüfuzunu artırmak.
Belge yayınlanır yayınlanmaz stratejinin ilk “hasarını” aldığı görünüyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki Kudüs kararı, ABD’nin karizmasını çizdi. Dahası, ABD’nin BM Büyükelçisi, ardından da Trump, diplomatik üslupla bağdaşmayan tehditkâr açıklamalar yaparak muhalif oy verenlere mesaj verdi. Kara listeye alınacaklarını açıkladı.
Yaşadıklarımız, bundan sonra olacakların işaretlerini taşıyor. Tam da bu noktada elimizdeki yol haritasını iyi okumak gerekiyor. ABD’nin “Milli Güvenlik Strateji Belgesi”nden söz ediyoruz. O halde, belgenin doğru anlamlandırılması iyi bir başlangıç olabilir.
Geleceği planlama, detaylandırma, sanayi devriminin insanlara kazandırdığı bir yetenek. Doğal olarak, zihinsel dönüşümünü tamamlamış ülkeler, işleri şansa bırakmazlar. Güçlerini bir plan çerçevesinde belirlenmiş hedeflere yöneltirler. Öbürleri ise vaziyeti “idare ederler”.
Bu çerçevede ABD’nin yanı sıra birçok ülke, siyasi