Bayramlar güzeldir. Bayramlarda ihtiyacı olanlara yardım eder, etrafa gülücükler dağıtır, iyi taraflarımızı ortaya çıkarır, üzüntü ve kederi bir kenara bırakır, dostluklarımıza dostluk katarız. Kısaca bayramların tek bir kuralı vardır, o da mutlu olmak.
Keşke bu kuralı bayramların dışındaki günlerde de uygulayabilsek.. Aslında yapılması gereken şey çok basit, o da an ve an sahip olduğumuz mutluluğu arttırmak. Bunun için öyle bir sürü kitap karıştırmaya gerek yok.. Başta bağımlılıklar olmak üzere negatif sonuçlanan her şeye son verdiğimizde, bu düşman, bu dost şeklinde ayrım yapmayı ve yargılamayı bıraktığımızda tek bir şey olur.. Zihnimiz rahatlar. Zihnimizde rahatladığında ise mutlu oluruz. Bu ruh halini devam ettirmek ise bizim elimizde... Her akşam yatarken aşağıdaki sorulara beş dakika zaman ayırdığınızda hayatınızda neler olabileceğine bir bakın derim;
· Bugün mutluluğumu arttırmak için ne yaptım?
· Peki, bu yaptığım şu an neyi yarattı?
· Gelecekte neler yaratabilir?
Hayatımızdaki herkes bizden bir şeyler öğreniyor. Biz de onlardan... Yaptıklarımızla çevremizdeki insanlara, çocuklara ilham kaynağı oluyoruz. Özellikle çocuklara şefkati,
Bir önceki yazımda, sevmenin, kendimizi keşfetmek, sevilmenin ise diğerlerini keşfetmekle ilgili olduğundan bahsetmiştim. Aynı konuya biraz daha devam etmek istiyorum.
Sevmek söz konusu olduğunda, baktığımız, tattığımız, duyduğumuz, dokunduğumuz her şeyin sevilecek taraflarına odaklanırız. Bu şekilde yeni şeyler keşfeder, araştırma, analiz yetkinliklerimiz geliştiririz. Sevilmek söz konusu olduğunda ise, diğerlerini sevmek için neler yapılması gerektiğine odaklanırız. Bu gelişmekten ziyade tatminsizlikle sonuçlanır. Sevgi ile ilgili susuzluğumuz giderilmedikçe başkaları tarafından sevilmeyi beklemek yanlış olur. Aç ve susuz kalmış bir insanın zihinsel ve fiziksel durumunu hayal ettiğinizde ne demek istediğim daha da netleşecektir.
Sevmeye kafayı taktığımızda özgür, sevilmeye kafayı taktığımızda ise bağımlı olma ihtimali fazladır
Sevmek anı yaşamak, Sevilmek kontrolü elden bırakmamak için geçmiş ve gelecek arasında gidip gelmekle ilgilidir
Sevmek bekleme halidir. Kabullenme ve hoş görüye sebep olur.Sevilmek, beklenti halidir. Hayal kırıklığına sebep olur.
Seven, mutlu olmak, sevilmek isteyen ise manipülasyon yapmak konusunda uzmanlaşır.
Eminim, okurken
“Sevmek”mi? “Sevilmek” mi? En çok hangisini tercih edersiniz?
Bu soruyu, bazılarınız sevilmek, bazılarınız sevmek, bazılarınız ise “ikisi de birlikte olmaz mı?” şeklinde yanıtlamış olabilir. Kesin kararınızı vermeden önce aşağıdaki küçük analize bir göz atmanızı öneririm.
Sevmek işine soyunmak istiyorum diyenlerdenseniz; sevmek için, kendinizi tanımanız gerekir. Çünkü zihin, beden ve ruhunuzun neleri sevdiğini öğrenmeden sevmek olmaz. Bu da bir sürü yeni deneyime “evet” demek anlamına gelir. Bu sayede sürekli gelişme fırsatını yakalarsınız
Sevilmek,daha çok başkalarına hizmet etmekle ilgilidir. Kişi, kendisini nasıl sevdireceğini insanlara hizmet ederek öğrenir. Fakat başkalarına hizmet ettiği sürece kişi hayallere veda etmesi gerekecektir.
Sonuç olarak sevmek, kişinin kendisini keşfetmesi, sevilmek ise başkalarını keşfetmesi ile ilgilidir. Sevilmek istiyorsak, kendimizi düşünmeyi bırakmalı, sevmeyi istiyorsak, kendimizi tanımaya odaklanmalıyız. Hem seveyim, hem sevileyim dersek olmaz. Çünkü sevmek ve sevilmeye giden yollar birbirinden farklıdır.
Tabii bir de “bu kimin işi” konusu var. Örneğin, “Sevilmek” diğerlerinin ya da Allah’ın işidir. Şimdiye kadar,
En güzelini yapmak, en iyisine sahip olmak, kötü olanı da hayatımızdan çıkarmak isteriz. Bu mottoya (*) sahip çıkmak için hayatımıza bir dizi kural koyarız. İlk başlarda her şey çok iyi gider, kurallar sayesinde siyah ve beyaz daha net hale gelir. Ve bu şekilde işimiz daha da kolaylaşır..
Fakat ilerleyen zamanlarda enteresan bir şey olur. Kuralların hayatımızı kısıtladığını fark ederiz. Siyah ya da beyaz yerine griyi denemek isteriz. Gri, ne de olsa siyah ve beyazın değişik oranlarda karışmasından meydana gelmektedir.
Hayatınızın belli bir döneminde kendinizi çok kısıtlanmış hissettiğinizde siyah ya da beyaz şeklinde ısrar etmek yerine hayatınızdaki gri alanların sayısını arttırmak yapılabilecek en doğru şey olacaktır. Çünkü hiç bir şey başladığı gibi aynı kalmaz, sürekli değişir.
Hayatımızda gri alanlar arttıkça bir şeylere gereksiz yere tutunmayı bırakırız... ve böylece kendimizi daha rahat ve özgür hissetmeye başlarız. Aslında özgürlüğü kısıtlayan şey, siyah ya da beyaz konusunda ısrarcı olmaktır. Özgürlüğün insanlara bağlı olmadan yaşamak olduğuna inananlardansanız bence bu düşünceyi bırakmanın tam zamanı.. Hatta belki de geçiyor olabilir. Bu gerçeği fark etmenin
Başkaları için en iyisini bildiğimizi düşünürüz. Başkalarını düşünmek, onlara yardım etmek çok güzeldir. Fakat bu doğru yapılmadığında, kimseye faydası dokunmaz.
Kişinin kendi sorunlarına çözüm üretmemesi ya da verilen tavsiyeleri dikkat almamasının sebebi, ilgili sorunu kendi nezdinde sorun olarak görmemesidir. Eli ateşten yanan bir kişi ne yapar? Elini, hemen ateşten çeker. Ateş örneğinde olduğu gibi yardıma ihtiyacı olan bir kişi sorunu ile ilgili bir şey yapmıyorsa gerçekten acı çekmiyor demektir. Her birey, kendi sorununu çözme kapasitesine sahiptir. Yaşananların acı veren bir deneyim olduğu fark edilmediği için çözüm başka bahara bırakılmaktadır. Yapılan yardımların işe yaramamasının yegane sebebi de budur.
İşe yaramayan yardımların bir de yan etkileri olur. Kişi, sorunu olan insanlar için ürettiği çözümün işe yaramadığını fark ettiğinde endişe üretmeye başlar. Endişesi olan insanları da kimse dikkate almaz. Başka bir yan etki ise zamanının çoğunu diğer insanların problemleri ile geçirenler, kendi sorunlarını ertelerler. Kendi sorunlarını çözemeyeni ise hiç kimse dikkate almaz. Sonuç olarak, “elde var sıfır hali”gerçekleşir. İşte bu yüzden de yardım etmeye
Gelen sorular sebebiyle farkındalık yazılarıma biraz ara verip oksijen ve enerji arasındaki bağlantı ile ilgili bir şeyler yazmak istiyorum. Umarım herkese faydası olur.
Vücudun enerji üretebilmesi için oksijene ihtiyacı vardır. Beden enerjiyi kimyasal bir formda, çoğunlukla da ATP (adenosin tri fosfat) diye adlandırılan bir molekül halinde üretir ve depolar. ATP kullanıldığında, ısı enerjisine neden olur. Bu reaksiyon ATP’yi ADP’ye (adenosin di - fosfat) dönüştürür. Açığa çıkan enerji bedenin bütün kimyasal reaksiyonlarını beslemek amacıyla kullanılır. ATP otomobilinizin yakıtı gibi düşünülse de aslında ondan daha fazlasını yapar. Aynı zamanda aracınızı üretir/geliştirir, tamir eder ve ona yeni yakıt sağlar. İşte bu noktada beden enerji (ATP) üretmek için oksijene ihtiyaç duyar. Peki, beden oksijeni kullanarak enerjiyi nasıl üretir?
Oksijen akciğerlere nefes yoluyla taşınır ve oradan kana nüfuz eder. Kırmızı kan hücreleri içinde bedenin her yerine taşınan oksijen, dokuların içine salınır. Oksijen buradan hücrelerin teker teker içine girer ve mitokondri denilen minik enerji santrallerini bulur. Hücrenin mitokondrisinin içinde, oksijen elektron nakil zincirinin bir
Oksijen ve yaşam arasında sıkı bir bağlantı vardır. Beden, ne kadar çok oksijen alırsa o kadar çok enerji üretir. Bu da bedenin daha iyi çalışması anlamına gelir. Fakat yine de aklımıza şu tarz sorular gelir;
1- Fazla miktarda oksijen alarak, vücudumuzda oksitlenmeye sebep oluyor muyuz?
2- Nefes alıp verme tekniklerinde performanslı nefes alıp veriyoruz Bu zararlı mı?
3-Çok nefes alıp vermek serbest radikalleri artırmıyor mu? (Serbest radikaller, sağlam moleküllerden elektron çalarak, onların yapısını bozan, normal moleküllere zarar veren maddelerdir)
Bu soruların yanıtları ise şöyledir;
- Bağışıklık sistemi bedenimize giren virüs ve bakterileri yok etmek için serbest radikalleri oluşturur. Bu süreç tamamen bedeni toksinlerden arındırmak içindir.
- Serbest radikaller sadece içsel faktörler ile değil dışsal faktörlerle de meydana gelir. Örneğin; çevre kirliliği, radyasyon, sigara dumanı ve tarım ilaçları v.b. gibi. Bedende faydalı olmayan serbest radikalleri bertaraf edecek doğal bir mekanizma vardır. Nefes alıp verdiğinizde bedenimize giren oksijen sebebiyle serbest radikaller artmaz. Aksine doğru nefes ile bedene giren oksijen ve
Bir önceki yazımda “Acının Değişimi”nden bahsetmiştim. Şimdiki yazımın konusu ise. “ Acının Yaygınlığı”.
Zihnin doğal hali ışıktır. Zihin, doğal olanı olduğu gibi algılayabilme, hiç bir şeyden etkilenmeme ve mutsuz olmama potansiyeline sahiptir. Bizler, zihinsel açıdan henüz aydınlanmadığımız için acıya, karmaya, illüzyona takılı kalıyoruz. Bu da acının sürekli yayılmasına sebep oluyor. Kısır bir döngü içindeyiz. Her an bir önceki anın sonuçlarını deneyimliyoruz. Budist öğretiler bu durumdan kurtulmanın mümkün olabileceğinden bahsediyorlar “Çekilen acıları sonlandırmak yani yanlış algıları değiştirmek için gerçeğin doğasını anlaşılması” gerektiğini savunuyorlar. Bunun için de yapılması gerekenin bizi yoldan çıkaran bağımlılıklardan kurtulmak olduğunu söylüyorlar...
Ben de onlara katılıyorum. Yaşamı bu haliyle yani acılarla birlikte devam ettirmek hiç de kolay değil. Acıları dürüstçe anlamaya, gerçeği fark etmeye zaman ayırmalıyız. Tıpkı bir sürü yükü olmasına rağmen yine de zirveye çıkmayı tercih eden dağcı gibi bu yaşamda acıları fark etmeye odaklanmalıyız. Aksi takdirde bu döngü sürekli devam edecek. Bunun için özetle yapılması gerekenler şunlar;
- Diğerlerine