Buralarda her şey her zamanki gibi görünse de değil. Yanı başımız adeta yanıyor. Diyarbakır’dan, Cizre’den, Nusaybin’den gelen haberler ve görüntüleri aklım almıyor. Nasıl bu hale geldik? Daha bir yıl öncesine kadar çözüm sürecinin hızı üzerine tartışıp, sıranın ana dilde eğitime geldiğini söylerken ne oldu da bırakın ana dilde eğitimi okula gidecek fiziki altyapı dahi ortadan kalktı?
Çok büyük bir kalkışma yaşanıyor Güneydoğu’da. Hep mağdur olmuş bir halk Kürtler. 80’lerde, 90’larda devlet mağdur etmiş, köylerini boşaltmış, sırf Kürt oldukları için cezaevlerine koymuş, en iğrenç işkencelerden geçirmişti onları. Şimdi de zulmün kaynağı o dönemin mağduri-yetinden beslenerek bu günlere gelmiş PKK. Hendekleri o kazıyor, tuzakları o kuruyor, çocukların okula ulaşımını, yok ettiği yollarla o engelliyor. Devlet de açıkça kendine meydan okuyan terör örgütüne karşı topyekun operasyon yapıyor. Devlet tarafının hatası yok mu? 90’ların JİTEM’i de Beyaz Toros’u da artık yok ama bu, hiç sıkıntı olmadığı anlamına gelmez. Çok dikkatli olması, mağdur ve çok hassas bir halkla muhatap olduğunu unutmaması lazım.
Kim, hangi evleri, nasıl birleştirdi?
Biz olaylara Batı’dan bakanlarla olayları içinde yaşayanlar arasında elbette görüş farkı var. Bunu anlamak için tanıdığım ve güvendiğim birçok önemli kaynakla konuştum.Bölgede büyük nüfuz sahibi olan herkesin yakından tanıdığı bir isim evleri birbirine bağlayan tünelleri anlattı. Dedi ki: “Diyarbakır’da Sur ve özellikle Fatihpaşa’da, Cizre’de Nur, Terminal ve Cudi mahallelerinde evler tünellerle birbirine bağlı. Bunun hazırlığı çözüm sürecinde yapıldı. Bir evden giren 50 ev sonra çıkıyor. Yakalanmaları çok zor.”
Peki, ev sahipleri buna nasıl razı oldu? Çözüm sürecinde bu tüneller kazıldıysa insanlar böyle bir kalkışma hazırlığının olduğunu biliyorlar mıydı?
“Kimsenin karşı çıkma gücü yok ki. Ses çıkaramadılar. Tabii kendi evinin delinmesini istemezsin. Evin mahremi dahi kalmıyor. O süreçte çok şeyler yaşandı. (Daha fazla anlatmıyor - NA)”
Diyarbakır’da olayların tam göbeğinde bulunan bir kaynak ise hakim bakış açısını şöyle özetliyor: “İki taraf da suçlu. Silahlı grup bu hendekleri kazıyor da kimse Türkiye’den ayrılmak istemiyor. Öte yandan, bu gençler neden silaha sarılıyor? Bu hükümete onlara iş versin diye oy verdik. Gelip bunları bir incelesinler.”
Bu anlatılanlar bölgedeki sıkışmışlığı çok güzel özetliyor. Devletin ezdiği bir halk bu kez kurtarıcıları gibi gördükleri bir örgütün şiddetiyle karşı karşıya ancak buna bir anda topyekun tepki göstermiyorlar. Daha ziyade iki tarafı da suçluyorlar.
Gözlerimin önüne Diyarbakır’a ne zaman gitsem uğradığım ünlü kahvaltıcı Mustafa ve Kadri geliyor. İkisinin de kapısı artık kilitmiş. Bırakın kilidi zaten polis barikatından öteye geçilmiyor. Sanat Sokağı’nda yan yana dizili kafeler canlanıyor zihnimde. Soruyorum, birkaçı birkaç saatliğine ya açılıyor ya açılmıyor diyorlar...
Hayatın işaretlerinin yok olduğu bir noktada Güneydoğu. Devlet eski devlet değil ama halk hâlâ çok hassas. Tek bir hata ya da kötü niyetli bir görevli hemen eski acı hatıraları canlandırabiliyor.Mesela Diyarbakırlı bir arkadaşımın anlattığı bir anekdot var. Bir polis... Diyarbakır’ın meşhur Ofis semtinde yolu tutmuş, geçişlere izin vermiyor. Bir kadın ‘Bırak geçeyim, o tarafta işim var’ diye diretince üzerine panzerle su atıyor. Öte yandan, yine aynı arkadaş başka bir polisin bir yaşlının koluna girerek onu karşıdan karşıya geçirdiğini de aktarıyor.
Kısacası, devletteki zihniyetin olumlu yönde değiştiği net. Ancak bu mücadelede halkı kazanmak, devletin eski devlet olmadığını göstermek için tek bir yanlışa dahi göz yummamak gerek. Buna kullanılan dil de dahil. ‘Temizlik’, ‘temizlemek’ tabirleri her ne kadar teröre ve teröriste karşı kullanılsa da unutmayalım ki ellerine silah tutuşturulanlar oranın gençleri. Bu kelimeler onları rencide ediyor...
Terörü aklamak ifade özgürlüğüne girmez Demirtaş!
Önceki gün Selahattin Demirtaş’ın basın toplantısında söyledikleri maalesef bir utanç olarak tarihe geçti. Teröre bu kadar net arka çıkmak, silah ve tuzaklarla bizzat kendi halkına göz açtırmayan ve yöreyi bir savaş alanına çeviren YGDH’liler için ‘direnen gençler’ demek dünyanın hiçbir yerinde ifade özgürlüğüne girmez Selahattin Demirtaş! Kendinize kalkan yaptığınız insanlara, araçsallaştırdığınız o gençlere yazıktır, günahtır...