Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çarşamba günü FETÖ soruştur- maları ile ilgili ByLock kullanımı üzerinden MİT tarafından tespit edilen yaklaşık 165 bin kişinin programı kullanma sıklığı ve yoğunluğu açısından ‘kırmızı-turuncu ve mavi’ olarak üç gruba ayrıldığını yazmıştım. Kimin telefonunda bu programın olduğu bilgisi Başbakanlık’a gidiyor ve Başbakanlık ilgili kurumlara bilgiyi gönderiyor. Ellerindeki tüm bilgileri birleştirerek bir tasarrufa gitmek kuruma kalıyor. Sıkıntı da burada başlıyor.

Kurumlar genellikle kırmızı-mavi ayrımı yapmadan işlerini garantiye almak için listedeki herkesi açığa alıyorlar. Bildiğim somut bir örneği anlatayım: Bir hâkim, numarası mavi listede olduğu halde, abonelik bilgisi de karşılaştırılmadan önce açığa, sonra da gözaltına alındı. Ardından meslekten çıkarma verildi. Bu gelişmelerin ardından hâkimin isminin mavi listede olduğu ortaya çıktı, dahası, bahsi geçen telefonun da ona ait olmadığı anlaşıldı. Bu hâkim mesleğe iade için başvurdu. Büyük ihtimalle örnek çok somut olduğu için kısa süre içerisinde geri dönecek ancak bu zincirdeki sıkıntıyı görmemiz gerek: Burada hem idari karar hem de daha sonrasındaki gözaltı kararı için savcı kararı var. Yani hem kurum kendine gelen bilgiyi tasnif etmemiş hem de savcı tasnif edilmemiş bilgi üzerinden verilmiş kararı araştırma gereği duymadan işi bir ileri safhaya taşımış.

Haberin Devamı

FETÖ soruşturmalarında hata payını azaltmak için eldeki bilgileri çok detaylı inceleyip, isim listelerini toptan aynı havuza atmamak gerekiyor. Aksini yapanlar, yani ‘risk almayayım, listedeki herkesi atayım’ mantığında olanlar örgütün ekmeğine yağ sürüyor.

17 yıl sonra yeniden Barcelona

Üniversite öğrencisiydim. Okulda öğrendiğim İspanyolcamı geliştirmek için 1999’da Barcelona’ya gitmiş, bir kursa yazılarak temmuz-ağustos aylarını İspanya’da geçirmiştim. Büyülemişti beni Barcelona. Her daim kalabalık La Rambla’da yürümek, Katalan bir ailenin yanında kalmak, öğlen derslere girip öğleden sonraları şehrin içindeki plajlara gelmek, Gaudi ’nin, Miro ’nun eserleriyle tanışmak olağanüstü görünmüştü gözüme.

Haberin Devamı

Çok renkli, çok güvenli, çok kucaklayıcı, herkesin kendini olduğu gibi iyi hissettiği, kimsenin kimseyi yargılamadığı bir yerdi Barcelona. Türkiye’de 28 Şubat’ın hakim olduğu, siyaset kurumunun çöktüğü, üzerine bir de 17 Ağustos depreminin yaşandığı günler varken ilaç gibi gelmişti. Yalnızca deprem haberini aldığım o kâbus günü unutamam. İspanyol devlet televizyonunda Ecevit’i görmüş, evinde kaldığım aileye gururla gösteriyordum ki aklıma Ecevit’in neden İspanyol televizyonunda göründüğü sorusu geldi. Spikere kulak verince anladım, annemlere ulaşmak için geçen saatlerin, Türkiye’den gelen ölüm haberlerinin bende yarattığı kalp çarpıntısını bu gün hâlâ unutamam…

Aradan tam 17 yıl geçmiş... Bu 17 yıl içinde yalnızca bir kez, iki günlük bir iş seyahati için düştü yolum Barcelona’ya. Ama o da belleğimde pek yer etmemiş. Şimdi, bunca aradan sonra yeniden buradayım. Gencecik, hayatı tanımaya çalışan bir öğrenciyken arşınladığım sokakları bu kez, Rasim’le birlikte, iki çocuk annesi, gazeteci bir kadın olarak dolaşıyorum.

Haberin Devamı

Zaman tüneli

Öyle çok şey değişmiş ki Barcelona’da... Her şeyden önce şehir her bakımdan sınıf atlamış. 99’da epey ucuz bir yerdi, henüz euro’ya geçilmemişti, İspanyol pesetası geçiyordu. Öğrenci halimizle dışarıda kahve içmek, yemek yemek bize gayet yapılabilir gelirdi. Halbuki artık Barcelona ateş pahası olmuş. 99’da her oturduğunuz yerde bir bakraç sangria getirirlerdi, sudan ucuzdu, artık bardağı 6-7 euro’dan başlıyor. Mesela, kaldığım ev Gaudi’nin meşhur parkı Park Guell’in hemen önündeydi, canım sıkılınca o parka giderdim. Şimdi ise burası biletle girilen bir müzeye dönmüş. Gaudi’nin La Pedrera’sı (Casa Mila) ya da Casa Batllo’suna girmek için 20 euro’dan fazla para ödemeniz gerekiyor.

Tabii bütün bunlar şehrin değerlenmesiyle paralel ilerlemiş. 1992 olimpiyatlarının etkileri 99’da henüz bütün kente yayılmamıştı, o olimpiyatlarla birlikte şehre yapılan yatırım yeni yatırımları çekmiş, pek makbul kabul edilmeyen sahil tarafı (evet, Barcelona’da sahil tarafı fabrikaların olduğu, fakir mahallelerin bulunduğu kesimdi) postmodern bir şehirleşme alanı haline gelmiş, ultra modern yapılar, alışveriş merkezleri, ofislerle şehir dışarı doğru büyümüş.

Kadim şehir-modern şehir ve postmodern şehir olarak üçe ayrılabilir bir kent Barcelona. Barrio Gotico denen kadim şehir aynen duruyor ama orada da el Born gibi bazı bölgeler jentrifike olmuş. Gaudi’nin olağanüstü yapılarının bulunduğu Paseo de Gracia’nın etrafındaki modern Barcelona ise bütün güzelliğiyle duruyor. Gaudi, Barcelona’ya en çok para kazandıran değer haline gelmiş. Ünlü mimar, bir taraftan sıkı bir Katalan milliyetçisi, bir taraftan muhafazakâr bir Hıristiyan, bir taraftan da modernismo akımının şahikası olarak aslında modern zamanların bütün çelişkilerini kendi içinde barındıran bir sanatçı.

Birkaç günlüğüne zaman makinesine girdim sanki... La Rambla’nın kalabalıklarında kaybolmak, Gaudi’nin modernismo’sunun büyüleyici dünyasını yeniden görmek, Miro’yu hatırlamak, ayaküstü tapas yemek, Plaza Real’de müzik dinlemek çok iyi geldi. Hayat hızlı bir zaman tüneli gibi. Bazen onu tutabilmek için geçmişe dokunabildiğiniz kısa molalar gerekiyor...