31 Ekim Perşembe günü tarihe Türkiye için apaydınlık bir gün olarak geçti. Ancak o günden tartışılan bir şey kaldı: Şafak Pavey’in konuşması... Şu anlaşıldı ki Pavey, Sevde Bayazıt Kaçar’ın bir demecini tamamen çarpıtarak kürsüde okumuş. Konuşma üslubunun yumuşak olması, gülümseyerek konuşması ortada kasıtlı bir manipülasyon olduğu gerçeğinin üzerini örtemiyor maalesef...
* * *
O günden beri düşünüyor ve bir şeyi garipsiyordum: Pavey, Sevde Bayazıt’ın konuşmasını çarpıtarak aktarırken Bayazıt da salondaydı. Neden çıkıp da yanlışı düzeltmedi, kendini savunmadı? Neden konunun öznesi iken sessiz kaldı?
* * *
Araştırdım. Cevabı Bayazıt’ın kardeşi ve aynı zamanda basın danışmanı Meral Hanım’dan aldım. Sevde Bayazıt, Şafak Pavey’in kendinden bahsettiğini anlamamış ki! Hatta o sözleri duyduğunda içinden ‘Allah Allah kim söyledi ki bu sözleri?’ diye geçirmiş. Daha sonra diğer vekillere de ‘Bu sözler kime ait?’ diye sormuş. Aralarında konuşmuşlar ve kimsenin böyle bir şey söylemediğini teyit etmişler. Herkes bir diğeri zannettiği, kimse üzerine alınmadığı için salonda kürsüye çıkıp cevap da vermemişler.
* * *
Kafamı kurcalayan başka bir soru da neden başörtülü vekillerin meclise girebildiği gün içlerinden hiç birinin kürsüye çıkıp söz almadığıydı. Bunu da parti içinden kaynaklarıma sordum: Partiden herhangi bir telkin gitmemiş. Tamamen kendi iradeleri ile bir gerginlik olmasın diye sessiz kalmayı tercih etmişler. Merve Kavakçı ayıbını düşününce onların bu hassasiyetlerini anlıyorum ama artık başka bir Türkiye var. Bundan böyle çatır çatır konuşan, ön planda olan, siyaset belirleyen kadın vekillere ihtiyaç var. Ama başörtülü, ama başörtüsüz...
Bu kafa artık Meclis’e sığmaz
Bu meclisin en büyük hayal kırıklıklarından biri CHP’li Hüseyin Aygün. Siyasete atılmadan önce resmi ideolojinin yanlışlarını sorgulayan bir yazardı. Ama ucu yalnızca kendine dokunan yanlışlar konusunda mücadeleciymiş meğer... Altından en sıkı Kemalist’e taş çıkartan bir ruh çıktı Aygün’ün.
* * *
CHP başörtülü vekillerle ilgili parti olarak mecliste iyi sınav verdi vermesine ama... Bakın Aygün twitter adresinden başörtüsü özgürlüğüne destek çıkan Sebahat Tuncel ve Pervin Buldan için neler yazdı: ‘Bu günün hararetli AKP destekçileri BDP Grup başkanvekili Pervin Buldan ve sözde sosyalist HDP’li Sebahat Tuncel’dir. Erdoğan ve Öcalan protokolüne uygun olarak dinci, gerici ve ideolojik bir simge olan türbanı alkışladılar. Bu arkadaşların sözlüğünde laiklik, sekülerizm ve çağdaşlık gibi sözcükler çoktan tarihe karışmış, kadının başını kapatmasını bize hak ve özgürlük diye yutturacaklar. Buldan ve Tuncel’e bir soru: siz ne zaman başınızı kapatacaksınız?’
* * *
Böyle bir kafaya yorum yapacak durumda değilim. Tek söyleyebileceğim: Vah ki ne vah!
Ahmet Kaya gecesinde bir tek Serdar Ortaç mı vardı?
10 Şubat 1999’un utanç gecesi, Ahmet Kaya’nın linç edildiği ödül töreni maalesef önümüzde yakın tarihin bir cesedi gibi yatıyor. Yok, kim ne kadar çabalarsa çabalasın örtemez üzerini. Gerçek bir hesaplaşma, bir muhasebe yapmadan yola devam edemeyiz.
* * *
O gece sanat ve medya dünyasının önemli bir kısmı oradaydı. Ahmet Kaya, ödülünü almak için sahneye çıktığında son derece medeni görünen ünlü simaların yalnızca ‘Kürtçe’ kelimesini duyduklarında nasıl bir anda hep birlikte çirkinleştiğinin, çirkefleştiğinin, ideolojinin nasıl her şeyi yendiğinin, korkunç bir örneğini yaşadık.
* * *
Serdar Ortaç o gecenin baş kahramanlarındandı. Sahneye fırlayıp, rol çalmak, Ahmet Kaya’ya yapılan linçin başını çekmek istiyordu. ‘Bu devirde kimse şah değil padişah değil, bu vatan bizim, ellerin değil’ derken Ahmet Kaya’yı işaret edişi, insanları gaza getirişi...
* * *
Ancak bu nedenle konserlerinde saldırıya uğraması mazur gösterilemez. Şiddet şiddettir. Telafi etmez tabii ama defalarca özür dilediğini de hatırlayalım... Öte yandan Batı’da olsa Ortaç zaten Ahmet Kaya gecesinden sonra bir daha toplum önüne çıkamaz hale gelirdi. Otomatik bir şekilde medeni ölüme mahkum edilirdi.
* * *
Üstelik yalnızca o da değil. Hatta o tek günah keçisi gibi gösterilip kurban seçildi. Halbuki o gecede rol çalmaya çalışan onlarca isim var. Hiç biri de çıkıp özür dilemediler. Hepsi gözümüzün içine baka baka o utancı taşımaya devam ediyorlar. Bu, zamanın ruhu gibi kavramların arkasına sığınılarak içinden çıkılacak bir şey değil. Ahmet Kaya’ya yapılanlara karşı bir farkındalık oluşturmak için Rasim Ozan en büyük mücadeleyi verdi. Bu günlere gelinmesinde o kararlı ve onurlu mücadelenin çok önemli bir payı var. Kimse kendini kandırmasın: O akşamki günahı paylaşanlar, sonrasında Kaya’yı şeytanlaştıranlar kendiliğinden hidayete ermediler. Mecburen yapılan ayıbı kabul etmek zorunda kaldılar. Ama bu da yetmez! Temel insan hakları ile ilgili medya ve sanat dünyasında otomatik bir refleks gelişmedikçe, medeni ölüm mekanizması yerleşmedikçe, Kaya’ya çatal bıçak fırlatanlar yaptıklarıyla yüzleşmedikçe hiçbir şey değişmez!