Cuma sabahı erkenden Diyarbakır’a doğru yola çıkarken karışık duygular içindeydim. Çok sevdiğim şehri hem görmek istiyorum hem de uzun zamandır ayaklarım geri geri gidiyor. O güzelim kahvaltıcılar şimdi ne durumda? Ya enfes Dağkapı Ciğercisi? Bu kâbus, şehrin tümüne sirayet etmiş mi? O canlı, o kendine dar gelen gömleği atmak isteyen şehir içine büzüşmüş mü? Tüm bu sorular kafamı kurcalıyordu... O nedenle, Ak Parti Kadın Kolları’ndan gelen daveti hem merakla hem de -itiraf edeyim- biraz kaygıyla kabul ettim.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Diyarbakır’ın kalbi olan Sur’u yerle bir bulmak, girişlerindeki polis barikatlarını, kum torbalarını görmek çok acı verici. Sanki bir insanın karnına şiş saplamışlar. Öte yandan, böyle bir yara almışken gördüğüm hayata tutunma gücü, Diclekent’in canlılığı ve sanki yaşanan terör çok uzaklardaymış hissi veren dinamizmi beni umutlandırdı ve şaşırttı.
Sare Davutoğlu’nun o aileyi kucaklayışı
Burada Sayın Sare Davutoğlu’ndan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Fatma Güldemet Sarı’dan, Ak Parti Kadın Kolları’ndan ve Diyarbakır Valisi Sayın Hüseyin Aksoy’dan da bahsetmek gerek. Vali Aksoy rakamlarla terörün zararını, devletin bu zararı gidermek için yaptığı çalışmaları ve Sur’un durumunu aktardı. Bakan Sarı altyapı ve kentin yeniden yapım çalışmalarını anlattı. Sur’da tarihi dokunun bozulmayacağının, hiçbir şekilde yüksek binalar inşa edilmeyeceğinin, her şeyin aslına uygun yeniden inşa edileceğinin defalarca altını çizdi. Sayın Sare Davutoğlu ise Sur mağduru bir ailenin sığındıkları kapıcı dairesinde yaşadıklarını dinlerken, onları kucaklarken ‘yanınızdayım’ mesajını öyle doğal verdi ki... Bazen birçok laftan daha etkilidir bir dokunuş, o etkiyi hissettik. Daha sonra, oteldeki öğle yemeğinde yaptığı konuşma da PKK’ya net mesaj ve halkın yanında olduğunun açık ifadesiydi.
Ben günümü ikiye böldüm. İlk yarıda programı takip ettim. Sare Hanım’la Ofis semtinde bir apartmanın kapıcı dairesine girdik. Bizi nemli ve havasız bir odaya aldılar. Duvarda Şeyh Sait’in resmi, yan tarafta bir televizyon ve duvara dayalı bir masa. İçeride bir adam, büyükanne olduğu anlaşılan bir kadın, genç bir kadın ve iki delikanlı. Sur mağduru bir aileymiş. Evleri bombardıman altında kalınca canlarını zor kurtarmışlar. “Bacanağın kapıcı dairesi burası, buraya sığındık” diye başladı adam. Sonra hemen hatırladı: “Sakın ismimi yazmayın, zaten birkaç gündür güvenlik için gelen giden polisler, şimdi kapımda bekleyen kalabalık... Eş dost ‘sen ne yaptın da sana geliyorlar’ diye sorup duruyor” diyor. Belli ki PKK’nın baskısından korkuyor.
‘3 ay mermilerin üzerinden kaydık, korkudan tuvalete gidemiyorduk’
22 yıldır Sur’da yaşıyorlarmış. Evlerinin önüne hendekler kazmaya başlamışlar. Polise haber verdik ama gelen olmadı. Önce kazıp, sonra üzerini naylonla örtüyorlardı, diyor. “Kimdi bunlar?” deyince, “Bir kısmı mahallenin çocuklarıydı, bir kısmı da başka mahallelerden” cevabını veriyor ve devam ediyor: “3 ay mermilerin adeta üzerinden kaydık, korkudan tuvalete gidemiyorduk”. Kadın ise “Bir küçük karanlık oda vardı evimizde, orada kapıyı kilitleyip ölmemek için bekliyorduk” diye ekliyor. Sur’daki yüzlerce mağdur, ne için ve neden savaşıldığını dahi anlamamış ailelerden yalnızca biri.
Öğleden sonra Diyarbakırlı dostlarla birlikte şehirde dolaşmaya çıktım. Aylarca top ve mermi sesleri altında yaşadıkları için çok tedirginler. Bana adım başı “Bak, şu binaya roket düştü”, “Bak, tam şurada bir kadının gözüne mermi girdi” diye anlatıyorlar. “İki gün önce gelsen burada dururken bile risk altında olurdun” diyorlar. Gri, ürkütücü bir hava sarmış Sur’u. Ölüm ve korku kokuyor etraf...
‘İsmimi yazma, fotoğrafımı çekme’
Sur’dan sonra Ofis’e geçiyor ve meşhur bir kahveye oturuyoruz. Önceki seferler geldiğimde insanlar büyük bir enerjiyle etrafımızı sarar, sohbet etmek için can atar, birlikte fotoğraf çektirmekten mutluluk duyarlardı. Bu kez öyle değil. Tarafsız bir göz olduğunu söyleyen bir ‘ileri gelen’i davet ediyoruz. Önce bir iki barış lafı edildikten sonra “Yahu ne oluyor, biz burada korku içinde yaşamak istemiyoruz. Her taraf adım atmalı, bu savaş nereden çıktı” diyerek isyanını dile getiriyor. PKK’ya tepkili. Ama devletin de adım atması gerektiğini söylüyor. Sonra Ak Partili olduğunu söyleyen biri geliyor. Büyük bir öfkeyle bu savaş devam ederse Türkiye’nin bütün büyük ülkeler tarafından kurulacak mahkemede yargılanacağını anlatıyor. “Hani Ak Partiliydi bu arkadaş?” deyince “Öfke onu bu hale getirdi” diyorlar ama belli ki böyle bir senaryo dillendiriliyor etrafta. Daha sonra bir iki esnafla konuşuyoruz. Hepsi bıkkın. Hiç kimse çatışmaları haklı bulmuyor. PKK’ya çok sert sözler söylemeseler de açıkça eleştiriyorlar hakikaten. Bu, Diyarbakır’da gördüğüm yeni bir şey. Devlet de Ak Parti de bu insanları kazanabilir ancak dikkatli ve doğru bir dil kullanırsa...
‘Türkiye’den ayrılmayı hiç istemiyoruz!’
Ofis’ten Diclekent’e geçiyoruz. Ve bir anda başka bir dünyaya ışınlanıyoruz. Upuzun, geniş caddeler, yeni ve yüksek binalar, yan yana kafeler, lokantalar, AVM’ler... Hepsi dopdolu. Sanırsın o çatışmalar başka bir gezegende yaşanmış. Gençlerin buluştuğu bir kafeye giriyorum. Gençler olanlara kızgın. “Biz çatışma istemiyoruz, hayatımızın değişmesini istemiyoruz” diyorlar. “Hele Türkiye’den ayrılmayı hiç istemiyoruz!” diye üzerine basa basa söylüyorlar. Ancak öfkeleri yalnızca örgüte değil. Yanlış buldukları her şeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yüklemişler. Ona çok kızıyorlar, kendilerini anlamadığını söylüyorlar.
Demirtaş’ın evi
Sohbet ettiğim herkes fotoğraf konusunda aynı şeyi söylüyor: “Durum çok gergin, sakın bizim ismimizi ve fotoğrafımızı kullanma”. Hatta çok ünlü bir kafenin sahipleri başka bir gazetede isimleri çıkınca PKK’nın kendilerini tehdit ettiğini, Diyarbakır’da hayatın normal aktığının ima dahi edilmesinin örgütü çıldırttığını anlatıyorlar. Bu sırada Selahattin Demirtaş’ın evinin önünden geçiyorum. Yüksek bir binanın dördüncü katına işaret ediyorlar. Fahiş fiyatlı bir daire olduğunu söyleyemem ama Diyarbakır’ın modern ve yeni yüzü Diclekent’te, ‘hayata devam’ diyen kesimde.
Diyarbakır halkı net bir şekilde “Biz bu çatışmalarda yokuz” diyor. PKK’ya ‘rahat bırak’ mesajı verme cesaretini gösteriyor, öte yandan devlet ve Ak Parti’ye de buralara gel ve bizi gerçekten tanı, mesajı gönderiyor.