Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bence üzerinde uzun süre konuşulacak boyutları olan ABD gezisinde esas konu olan Suriye’deki savaş ve mülteciler kadar Türkiye’de basın özgürlüğü meselesi de sık sık gündeme geldi. Hem Brookings’deki soru-cevap kısmında hem Christiane Amanpour’a verdiği röportajda Batı’daki Türkiye algısının bu konu üzerinden epey erozyona uğradığını ve Cumhurbaşkanı’nın bu sebeple giderek daha fazla ‘otoriter’ olarak algılandığını net bir şekilde gördük. Peki, bu algı doğru bir algı mı? Ya da tümden yanlış mı? Yanlışsa buna kim neden yol açıyor? Toplu bir Türkiye düşmanlığı mı var? Yoksa gerçek bu iki ucun arasında bir yerde mi?
Ben Türkiye’de iktidarın ve iktidara yakın medyanın bir kısmının, Batı medyasının yer yer önyargılı, Gülen ve PKK çevrelerinin de etkisiyle zaman zaman gerçeklerden uzak yaklaşımları nedeniyle Batı’ya toptancı ve Oksidentalist yaklaştığını düşünüyorum. Oryantalistler Doğu’ya nasıl mutlak ‘Öteki’ olarak bakıyorlarsa Oksidentalistler de Batı’ya öyle bakar. Bu tabii muhafazakâr kesimin geçmişten getirdiği bir refleks. Ve bu refleks son dönemde Batı’nın Erdoğan’a yönelik yaklaşımıyla yeniden kuvvetlendi.
Batı medyası Erdoğan’a ve Ak Parti’ye karşı son dönemde çok önyargılı. Bunda İslam’a karşı önyargıların ve Türkiye’deki giderek muhaliflikten düşmanlığa kayan çevrelerin telkini büyük. Ancak hal böyle diye her Batılı gazeteciye art niyetli gibi bakmak ya da Batı’dan gelen her eleştirinin yanlış olduğunu söylemek Türkiye’yi daha fazla içe kapatıyor. Hem bazı şeyleri Batı’ya daha güçlü şekilde anlatmamız hem de bazı noktalarda iktidar çevrelerinin özeleştiri yapması şart...
Amanpour röportajı
Cumhurbaşkanı’nın Amanpour’a verdiği mülakatı kare kare deşifre ederek izledim. Soğukkanlılığı, özgüveni, özellikle Suriye ve mülteciler konusundaki sorulara yönelik kapsayıcı cevaplarıyla bence çok başarılı bir mülakat. Ancak konu basın özgürlüğüne gelince Cumhurbaşkanı alışık olduğumuz tavrı sürdürüyor. Evet, hakaret eleştiri değil; evet, bu ülkede Gülen çetesi dünya tarihine geçecek bir casusluk şebekesi kurdu ama bence Erdoğan’ın hakaret içerikli yayınlara yönelik sergilediği tavır hem enerji hem de itibar kaybettiriyor.
Alman basını köpürtüyor
Bakın son günlerde çok gürültü koparan Almanya’daki video klip... 17 Mart’ta NRD (Nord Deutsche Rundfunk-Kuzey Almanya Radyo-Televizyon) kanalında yayınlanan klip meşhur Alman şarkıcı Nena’nın “Irgendwie, irgendwann, irgendwo” adlı 32 yıllık şarkısının üzerine yazılmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birtakım görüntülerini kes yapıştır yaparak son derece ilkesizce, Erdoğan’ın sesinin kısık olduğu Diyarbakır mitingini dahi alıp yanına Mickey Mouse koyup alay ederek, Kürtleri bombaladığı gibi çok ağır iftiralar yönelterek bir mizah yapılmış güya. Ben bu klibi son derece çirkin buldum ama buna verilen reaksiyon yanlış! Baştan aşağı yanlış! Bu tamamen Erdoğan’a yapıştırılmaya çalışılan etiketlerin kuvvetlenmesine yarıyor. Amanpour’un da haklı olarak söylediği gibi bu klibi yaygınlaştırıyor. Nitekim birçoğumuzun ruhunun bile duymayacağı o aptal klip kopan gürültü nedeniyle an itibarıyla 3 milyon tık almış You Tube’da!
Meselenin bu kadar büyümesi ve Almanya Büyükelçisi’nin konuyla ilgili olarak çağırılmasına kadar varması üzerine Alman basını konuyu köpürttükçe köpürtüyor. Bakın, iki gün önce yine bir devlet kanalı olan ZDF’de Jan Böhmermann tamamen hakaret ve küfür içerikli bir Erdoğan şiiri okudu. ZDF bu içeriği derhal sitesinden kaldırdı ve Böhmermann da “Erdoğan’a eleştiri ve hakaretin arasındaki farkı göstermek için yaptım. Bakın hakaret bizde de suçtur ve hemen müdahale edilir” dedi.
Merkel’le ilgili klipler
NRD’de yayınlanan klip ve benzerlerine Sayın Cumhurbaşkanı’nın verdiği tepki değişmezse kısır döngü aynen devam edecek. Zira Erdoğan’ınki kadar sert ve çirkin olmasa da Almanya’da kendi liderlerine yönelik de birtakım rahatsız edici yayınlar yapılıyor. Alman basınını taradım, Merkel’e yönelik hem de yine devlet televizyonlarında birçok alay eden klip ve haber var. Mesela 11 Mart’ta ZDF’de Merkel’i mülteci politikası nedeniyle tiye alan bir klip yayınlanmış. O klipte de Erdoğan var ve yine dalga geçiliyor. Yani 17 Mart’taki tek değil. Bu tip yayınları bu şekilde engellemek çok zor. Merkel umursamıyor. Bence doğrusu da bu, muhatap almamak.
Atilla Yayla dün Yeni Yüzyıl’da bu konu üzerine çok güzel bir yazı yazdı. Diğer Batı ülkelerindeki uygulamaları ortaya koydu. Kâğıt üzerinde baktığımızda her Avrupa ülkesinde o ülkenin liderine hakaret ciddi bir suç. Ancak oralarda bizimki kadar çok dava yok. Elbette bizimki kadar çok hakaret yok denebilir. Bizde Erdoğan’a hakaret etmek adeta bir kendini tatmin aracı haline geldi. Öte yandan, acaba bunu Sayın Cumhurbaşkanı’nın tavrı da körüklüyor olabilir mi? Zira Yayla da Cumhurbaşkanı’nın her ağır sözü yargıya götürmesinin iyi olmadığını söylüyor. Bence bu, hakaret edeni mutlu ediyor. Cumhurbaşkanı’nı kızdırmak, onun tarafından önemsendiğini hissetmek gibi duygular uyandırıyor.