Munzur, herhangi bir su, sıradan bir vadi, öylesine bir dağ değildir. Dersim’in tarihiyle, kültürüyle, doğasıyla bütünleşmiş bir varlıktır. Hepsini besleyen bir can damarı, hepsini koruyan bir kucaktır. Suyu da, vadisi de, dağı da, adını aldıkları Munzur Baba gibi kutsaldır Dersimlilerin gözünde.
Munzur Suyu ve Vadisi, müstesna bir güzelliğe ve zenginliğe sahiptir. Sadece Dersim ve Türkiye için değil, dünya ve insanlık için de bir değerdir. Zaten bu yüzden, Munzur Vadisi 1971’de milli park ilan edilmiştir.
Bu güzellik ve zenginlik, bir süredir büyük tehdit altında. Suyun ve vadinin uygun olduğu düşünülen her yerine HES’ler ve barajlar yapıldı, yapılıyor, daha da yapılmak isteniyor. Bazıları bitti, bazıları inşaat halinde, birçoğu da proje aşamasında.
Başta Karadeniz olmak üzere ülkenin başka yerlerine de musallat olan bu belanın ne gibi yıkıcı sonuçlar doğuracağına dair çok şey yazıldı, söylendi. Fakat hükümet, HES ve baraj ısrarından kolay vazgeçecek gibi görünmüyor. Lakin insanlar da, doğal ve kültürel değerlerin talanı anlamına gelen bu projelere direnmekten vazgeçmeye hiç niyetli değiller.
Yıkım projeleri
Dersim, bu direnişin de örnek kentlerinden biri. Çeşitli yerel oluşumlar, farklı boyutlarda çalışmalar ve değişik düzlemlerde mücadele yürütüyorlar. İlk yazıda belirtmiştim, bu yılki Munzur Doğa ve Kültür festivali için de, direnme kararlılığını yansıtan bir şiar seçilmiş: Dersim’de kültürel ve ekolojik kırıma
Hayır, diren Dersim!
Bu yıkım projelerine tepkinin nedenleri derinlerde yatıyor. Kâr ve sömürü hırsından kaynaklanan bu pervasız müdahale, sadece çevrenin değil; kültürün, inancın, geçmişin ve geleceğin tahribi anlamına geliyor. Esasen Dersim kültüründe bunları birbirinden ayrı düşünmek söz konusu değil. Her bir HES, baraj projesi, doğrudan yaşam şekline ve değerlerine bir saldırı oluşturuyor.
HES ve baraj projelerinin bir sonucu da, binlerce insanın yeniden topraklarından koparılması olacaktır. Baraj gölleri alanındaki birçok köy boşaltılacak, insanlar yeniden sürgüne çıkacak.
Kısacası, Dersim’i Dersim yapan bütün değerler; inanç, kültür, çevre, toprak yıkımın hedefindedir. Böylesine kapsamlı bir saldırının, 38’deki kıyımı hatırlatması ve çağrıştırması bu sebeplerdendir.
Dersim’deki ilk akşam Munzur kenarında oturuyoruz. Buranın alabalığının çok meşhur olduğu söyleniyor, ısmarlıyoruz. Sonradan öğreniyorum, Munzur Alası denirmiş yöreye özgü bu balığa, kırmızı kanatları varmış. “Munzur” ve “kırmızı” sözcükleri aynı anda telaffuz edilince, elimde değil, 1938’i hatırlıyorum. O günlerin yaşayan tanıkları, vahşeti anlatırlarken, sık sık “Munzur suyu kan aktı” derler. Munzur Alası’nın kanatlarındaki kırmızılığın bununla bir ilgisi yoktur. Ben yine de bir daha Munzur’da alabalık yememeye karar verdim. Bir güzellik olarak kalsın, bir de simgesel bir tanık.
Geçici rahatlama
Bir taziyeye katılmak üzere, ertesi gün Cemevi’ne gidiyorum. Munzur’un kıyısında sayılır Cemevi, ama biraz yüksekte. Son zamanlarda adı basında da sıkça yer alan Gola Çeto Parkı hemen aşağıda. Parkın içinde, uzak köşede Aleviler için kutsal olan bir ziyaret var. Park da zaten bu yeri koruma altına almak amacıyla yapılmış. Fakat Uzunçayır Barajı’nın kamulaştırma alanında kaldığından, park için yıkım kararı alınmış. Tabii ziyaretin de yıkılması gerekecek bu durumda. Çok tepki gelmiş bu karara, haklı olarak. Bunun üzerine, Orman ve Su İşleri Bakanı, yıkım kararının uygulanmayacağını duyurmuş. Geçici bir rahatlama yaratmış bu açıklama, ama endişe ve güvensizlik ortadan kalkmış değil.
Gola Çeto’nun ve ziyaretin kurtulması elbette önemli, lakin başka birçok kutsal mekan için aynı tehlike devam ediyor. Çözüm açık ve tek: Munzur’u özgür bırakmak. Festival’in çağrısı da bu zaten.
Talep ve irade beyanı
Son gün, kent merkezindeki Seyit Rıza Parkı’ndan Gola Çeto’ya bir yürüyüş düzenlendi. Yürüyüşün parolası, Munzur özgür akacak. Bu hem bir talep hem de bir irade beyanı ve bir hedef.
Dersim’in değişik boyutlarıyla incelenip anlatıldığı bir kitap var. Şükrü Aslan’ın derlediği kitabın adı, “Herkesin Bildiği Sır: Dersim”. 2010 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan kitaptaki yazıların hepsi çok kıymetli, ben bir tanesini anarak bitireyim bu kısa yazı dizisini.
Beyza Üstün ve Fuat Ercan’ın kaleme aldıkları, “Munzur’a vurulacak altın kelepçe can suyu olacak mı?” başlıklı yazıda, suyun diliyle ya da dilinden anlatılıyor yukarıda özetlemeye çalıştığım hikaye.
Munzur’a kelepçe vurmaktan vazgeçilmeli. Munzur özgür akmalı.
Munzur’un özgürlüğü; dilin, inancın, kültürün, yaşam şeklinin özgürlüğü demektir...