Dört bölüm halinde yayımlanan “Kongre Öncesi Kürtlerin Nabzı” başlıklı söyleşi dizisi, yaklaşık bir ay önce, yani Kürt Ulusal Kongresi hazırlıklarının yoğunlaştığı bir zamanda gündeme geldi. Kongre hazırlıkları Erbil’de yürütülüyordu, ama henüz resmi bir açıklama yapılmamıştı. Tam o sıralarda, Irak Kürdistan Federe Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, kongreye hazırlık amaçlı özel bir toplantı için çeşitli Kürt partilerine ve kuruluşlarına bir davetiye gönderdi. Haberlere göre, Barzani, bu çağrıyı kendisi Celal Talabani ve Abdullah Öcalan adına yaptığını belirtiyordu.
Bu toplantı, 22 Temmuz’da Erbil’de gerçekleştirildi. Barzani, toplantıyı açış konuşmasında, Talabani ve Öcalan’ın isimlerini bir kez daha özel olarak zikretti. Böylece zaten bilinen bir durum, bir nevi resmiyet kazanmış oldu: Kongrenin öncülüğünü üç örgüt, Yani KDP, KYB ve PKK üstlenmişti.
Kongre öncesi nabız tutma amaçlı bir yazı dizisi için, öncelikle bu üç örgütün temsilcileriyle görüşmek gerekiyordu. Biz de görüşme ve seyahat planlamasını buna göre yaptık. Öncelikle Mesut Barzani’den randevu talep ettik. Cevap birkaç gün sonra geldi, bize 5 Ağustos için randevu verilmişti. Ardından Cemil Bayık’la 7-8 Ağustos
Kürt siyaset dünyasından söz edildiğinde, akla ilk gelen sembol isimlerden biri de Celal Talabani’dir. Talabani ve lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), geçmişte de Kürtler arası bir konferans ya da kongre fikrini hayata geçirmek için çeşitli girişimlerde bulundular. KYB, yakında toplanması öngörülen Kürt Ulusal Kongresi’nin ön çalışmalarında da KDP ve PKK ile birlikte öncü rol oynuyor. KYB’yle bu nedenle görüşmemiz gerekiyordu. Söyleşi için KYB Politbüro üyesi Sadi Ahmed Pire’yle buluştuk. Çeşitli dönemlerde bakanlık yapmış ve partinin uluslararası ilişkiler sorumluluğunu üstlenmiş tecrübeli bir siyasetçi olan Pire, aynı zamanda kongre hazırlık çalışmalarına da aktif olarak katılıyor.
‘Oldukça eski bir proje’
Kongre hazırlıkları nasıl gidiyor?
Bu proje uzun zamandır var. Biz de parti olarak bu fikri hep destekledik. İlk ciddi girişim, 1980’lerde liderimiz Talabani’den geldi. Mesut Barzani, Abdulrahman Kassemlu, Abdülhamid Derviş, Kemal Burkay ve Abdullah Öcalan’la temaslar kuruldu, toplantılar yapıldı. Fakat bölgedeki ve Kürtlerin yaşadıkları ülkelerdeki şartlardan dolayı, bir sonuca ulaşılamadı.
Bugün durum çok farklı. Kürtlerin durumu şimdi çok
Erbil, son birkaç yıldır Kürt siyaset dünyasının adeta kalbi haline gelmiş. Kürt Ulusal Kongresi’ne yönelik hazırlık çalışmaları da bu şehirde yürütülüyor. Bu nedenle, şu günlerde Kürt siyaset dünyasının önemli simalarına burada rastlamak mümkün. Yazı dizisi için söyleşi yapmayı düşündüğüm isimlerden biri de, PYD lideri Salih Müslim’di. Suriye’nin ve özel olarak da Rojava’nın, hem kongre hazırlıkları, hem bölgedeki gelişmeler, hem de Türkiye’deki çözüm süreci açısından neredeyse belirleyici bir ağırlık kazandığı göz önünde bulundurulunca, Müslim’le görüşmenin ne kadar önemli olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Son haftalarda yoğun bir diplomasi trafiği içindesiniz. Türkiye ziyareti, ardından Avrupa’ya seyahat, sonra İran’a davet ve muhtemelen yakın zamanda yeniden Türkiye’ye gidiş... Bu hareketliliğin nedenleri ve temaslarınızın içeriği hakkında çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Biliyorsunuz, Suriye dolayısıyla Ortadoğu’da süregelen bir savaş var. Bu savaş, Suriye’yi aştı, neredeyse bir dünya savaşı halini aldı. Bunun içinde bütün güçlerin parmağı var. Savaşı bitirmek ve sorunu çözmek, artık sadece Suriye halkıyla ve Suriye’deki
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık çözüm süreci konusunda sorularımızı yanıtlamaya devam etti. Silahlı güçlerin Türkiye dışına çıkması konusunda gerekenin yapıldığı anlatan Bayık, hükümetin ise söz verdiği adımları atmayarak güvenilirlik sorunu yaşattığını ileri sürdü. Bayık söz verilenr tarihlere takılıp kalmak yerine adımlar atıldığını görmenin her iki taraf için daha ikna edici olduğunu söyledi.
Çözüm sürecinin Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız olmadığını söylediniz. Türkiye’deki tartışmalara baktığınızda, bunun yeterince dikkate alındığını düşünüyor musunuz?
- Türkiye’de sürecin daha çok yüzeysel tartışıldığını söyleyebilirim. Oysa biz bu süreci stratejik nitelikte görüyoruz. Çözüm süreci, bizim için stratejik bir tercihtir.
Somut olarak bununla ne kastediyorsunuz?
- Demek istediğimiz şu: Amacımız, Kürt sorununun demokratik siyasal yöntemle çözülmesidir. Bu süreci de bu çerçevede değerlendiriyoruz. Sürecin ilerlemesi ve başarılı olması için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ama bu sadece bize bağlı değil. Hükümetin de aynı anlayışla hareket etmesi lazım.
BAŞLARKEN
Kürt sorununda tarihi bir dönemden geçiyoruz. Bir yanda Türkiye’de barış ve çözüm süreci yürüyor, diğer yanda Rojava sorunu Suriye’deki gelişmelerin merkezine oturuyor. Bu arada, Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanması için hazırlıklar tamamlanmak üzere. Türkiye’de daha önce de Kürt sorununu çözmek amacıyla girişimler olmuş, süreçler başlatılmıştı. Fakat hiçbiri şimdiki kadar ciddi ve kapsamlı olamamıştı. Kürt Ulusal Kongresi de daha önce defalarca gündeme gelmiş, ama bir türlü toplanamamıştı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin çağrısı üzerine, 22 Temmuz’da Erbil’de gerçekleşen hazırlık toplantısı, kongre fikrinin bu sefer hayata geçirileceğine dair çok önemli bir işaretti. Dört ülkede (Türkiye, Irak, Suriye ve İran) yaşayan Kürtlerin temsilcilerinin ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gözlemcilerin katılacağı kongrenin 24-26 Ağustos tarihlerinde toplanması öngörülüyor.
6 Ağustos sabahı Erbil’e gittim. Kürt siyasetinin kalbinin burada attığı, otel lobisinde bile hemen fark ediliyor. O gün bazı görüşmeler yaptım. Ertesi gün Kandil’e gittim. Bayramın ilk günü, sabah erkenden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’la buluştum. Söyleşi ve sohbet, beş
Munzur, herhangi bir su, sıradan bir vadi, öylesine bir dağ değildir. Dersim’in tarihiyle, kültürüyle, doğasıyla bütünleşmiş bir varlıktır. Hepsini besleyen bir can damarı, hepsini koruyan bir kucaktır. Suyu da, vadisi de, dağı da, adını aldıkları Munzur Baba gibi kutsaldır Dersimlilerin gözünde.
Munzur Suyu ve Vadisi, müstesna bir güzelliğe ve zenginliğe sahiptir. Sadece Dersim ve Türkiye için değil, dünya ve insanlık için de bir değerdir. Zaten bu yüzden, Munzur Vadisi 1971’de milli park ilan edilmiştir.
Bu güzellik ve zenginlik, bir süredir büyük tehdit altında. Suyun ve vadinin uygun olduğu düşünülen her yerine HES’ler ve barajlar yapıldı, yapılıyor, daha da yapılmak isteniyor. Bazıları bitti, bazıları inşaat halinde, birçoğu da proje aşamasında.
Başta Karadeniz olmak üzere ülkenin başka yerlerine de musallat olan bu belanın ne gibi yıkıcı sonuçlar doğuracağına dair çok şey yazıldı, söylendi. Fakat hükümet, HES ve baraj ısrarından kolay vazgeçecek gibi görünmüyor. Lakin insanlar da, doğal ve kültürel değerlerin talanı anlamına gelen bu projelere direnmekten vazgeçmeye hiç niyetli değiller.
Yıkım projeleri
Dersim, bu direnişin de örnek kentlerinden biri. Çeşitli
Dersim’e sorduğunuz soruların cevabını sadece veya hepten sözle, kelimeyle, cümleyle almayı beklerseniz, elinize fazla bir şey geçmez. Algınız eksik, yargınız kifayetsiz kalır.
En az iki sebepten dolayı böyledir bu.
Evvela, Dersim’i derinden yaralayan gaddarlıklar, yalnızca insanları ve diğer canlıları değil, dili ve sözü de talan etmişlerdir. Dil içe kaçmış, söz duman olmuştur.
Öte yandan, her şeyin sözle anlatılabileceği fikrine uzak bir kültürü vardır bu coğrafyanın. Söz, insana has bir ifade aracıdır. Oysa insanı tek başına merkez olarak görmeyen, aksine doğayla bütünleşmiş bir varlık sayan inancın eski ve güçlü kökleri vardır Dersim kültüründe. Dağlara taşlara, ağaçlara çiçeklere, göllere nehirlere, kuşlara balıklara kutsallık veren bir damardır bu. Doğanın dili, söz değil sestir, sessizliktir.
Bu yüzden, Dersim’in cevaplarını anlayabilmek için, sözün yanında sese ve sessizliğe kulak vermek lazım. Tam yeridir: Sema Kaygusuz, Yüzünde Bir Yer romanında Dersim’in bu dilini Dersim’in bu diliyle ve de çok güzel anlatır.
Başkaları da teyit etti
Italo Calvino, kentlerin giderek yaşanmaz hale gelişinden duyduğu üzüntüyle, zihninde kurduğu kentleri anlatan bir kitap yazar, adını da Görünmez Kentler koyar. Hepsine birer kadın adı verdiği bu kentleri; anılar, arzular, gözler, değiş-tokuş gibi “malzemelerle” inşa eder. Ortaya çıkan kitap, “kentlere son bir aşk şiiri”dir, yazarının ifadesiyle.
Böyle bir şiiri fazlasıyla hak eden kentler vardır. Dersim, benim için bunlardan biridir.
Munzur Doğa ve Kültür Festivali’ne katılmak üzere, 27-29 Temmuz tarihleri arasında Dersim’deydim. Dersim’e daha önce hiç gitmemiştim. Kendimi bildim bileli bu kentin sadece adı bile bende heyecan yaratır. Görmemiş olmak, o kenti tanımaya ve sevmeye hiç engel değil.
Benzer duyguları beslediğim, bir bakıma hayran olduğum başka kentler de var. Aklıma ilk gelenleri söyleyeyim: Belfast ve Johannesburg.
Bu üç kenti art arda sıralayınca, onlarla bu ilişkimin kaynağını bulmak da güç olmuyor. Hepsinin acı ve direnişle yoğrulmuş bir hikâyesi var. O kentleri içime taşıyan da bu hikâyedir.
Gerçeğin düşe saygısı