Birkaç gün önce İngiliz romancı J. G. Ballard’ın yeni çıkan anılarını bitirdim.
Ballard’ın otuza yakın bilimkurgu kitabı var, ama onu dünya çapında üne anı kitapları kavuşturdu. Bunlardan üç tane var.
En ünlüsü daha sonra Steven Spielberg tarafından filme alınan Empire of the Sun’dır (Güneşin İmparatorluğu). Bu kitap birçok dile çevrildi ve yazdığı bütün bilimkurgu romanlarından fazla sattı.
Bunun ardından gelen The Kindness of Women (Kadınların İyi Yürekliliği) en sevdiğim kitaplardan biridir.
Dizinin son kitabı, yeni bitirdiğim Miracles of Life’tır (Yaşamın Mucizeleri).
Ballard’ın yaşamının mucizeleri çocuklarıdır. Onu sevmemin nedeni Güneşin İmparatorluğu’nda çocuk olarak tanımam ve benim hayatımın mucizesinin de çocuklarım olmasıdır.
Ballard, 1930’da babasının fabrikatör olduğu Şanghay’da doğdu. Şanghay o zamanlar Batı tarafından sömürülen Çin’in sahil şeridindeki en ünlü ve renkli kentti. Ballard’ın kişiliğini şekillendiren, yaşamının ilk on dört yılını geçirdiği bu liman ve Japonların Çin’i istila etmesinin ardından şehrin yakınlarındaki bir toplama kampında geçirdiği iki buçuk yıldır.
Savaştan sonra İngiltere’ye yollandı. Liseyi bitirdikten sonra tıp okumaya başladı, ama iki yıl sonra üniversiteyi terk etti. İngiliz Hava Kuvvetleri’ne (RAF) pilot yazıldı. Pilotluk öğrenmek için Kanada’ya, Türk subaylarının da bulunduğu NATO kampına gönderildi. İngiltere’ye döndükten sonra RAF’tan istifa etti, bilimkurgu romanları yazmaya başladı ve güzel bir kadınla evlendi. İkişer yıl arayla üç çocukları oldu.
1963’te İspanya’da tatildeyken Ballard’ın eşi, az rastlanan bir hastalığa yakalandı ve üç gün içinde öldü. “Sona doğru, nefes almakta bile zorlanırken elimi tuttu ve ‘Ölüyor muyum?’ diye sordu. Beni duyup duymadığına emin değilim, ama ‘Seni hayatın sonuna kadar seveceğim’ diye bağırdım.”
Ballard bir daha evlenmedi ve çocuklarını tek başına büyüttü. “Galiba onların bana olduğundan çok benim onlara ihtiyacım vardı” diye yazıyor. “Çocuklarıma derin bir sevgiyle bağlıydım ve onlar bunu biliyorlardı.”
Evde çalıştığı için her zaman çocuklarıyla beraber olabiliyordu. Tatilde karşılaştığı bir Amerikalı kadın, arabanın içine bakıp “Sen bu üç veletle yalnız mısın?” diye sorduğunda, “Bu üç veletle hiç yalnız olunmaz” diye cevap verdi.
“Hâlâ düşüncem odur ki, çocuklarım kendilerini büyütürken bir yan faaliyet olarak beni büyüttüler. Çocukluklarını birlikte geride bıraktık. Onlar mutlu ve kendine güvenen kişiler halinde gençlik dönemine girdiler. Ben onları bebeklikten kendilerine özgü düşünceleri ve emelleri olan büyükler haline geçişlerini izlemenin tecrübesi ile zenginleşmiş olarak, bir tür ikinci olgunluk dönemine girdim. Bütün doğadaki en kayda değer anlamlı süreç olan bu olağanüstü süreci izlemiş çok az baba vardır. Babayı bırakın, evi ve aileyi idare etmenin yükü dikkatlerini o kadar dağıtır ki, birçok anne bile her gün çevresinde meydana gelen sayısız mucizenin pek farkına varmaz. Çocuklarımın ebeveyni olarak geçirdiğim yıllar bildiğim en zengin, en mutlu yıllardır.”
Benim de. Ballard’ı en çok bunun için seviyorum. Farkında olmadan, ayrı yerlerde, ayrı zamanlarda bir mucizeyi paylaşmış olduğumuz için. Bu her zaman, herkese açık olan bir mucizedir ve bütün mucizelerin mucizesidir.