Fransız Telekom şirketi, TeliaSonera’yı satın almak üzere harekete geçti.
Bir İsveç-Finlandiya devlet ortaklığı olan TeliaSonera Turkcell’in en büyük hissedarıdır.
Eğer bu satın alma gerçekleşirse Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birinin ana hissedarı Fransız olacak.
Ve bunu durdurmaya hiç kimsenin gücü yok. Ne Turkcell’in kurucusu ve şirketi fiilen yöneten Mehmet Emin Karamehmet’in ne de Fransızlardan hiç hazzetmeyen Ankara’nın.
Dünyanın en büyük şirketlerinden General Electric üç yıl kadar önce Garanti Bankası’nın kabaca yüzde 25’ini 1.555 milyon dolara satın aldığı zaman bunun kalıcı bir yatırım olmadığı herhalde kimsenin aklına gelmemişti.
GE’nin Garanti hissesi iki yılda yüzde 100’den fazla değer kazandı. Geçen yılın sonuna birkaç gün kala GE bu hisselerin yaklaşık yüzde 5’ini 674 milyon dolara geri sattı. Satışın nedeni GE’nin o yılki kârını yükseltmekti.
Hedefi yakalayamadı
GE gene de kâr hedeflerini yakalayamadı. Geçenlerde hisseleri bir günde yüzde 13 değer kaybetti. CEO Jeff Immelt büyük baskı altında. Garanti’nin geriye kalan yüzde 20’sini de satar mı? Ve kime?
Aynı sorular hissedar olarak dünyanın büyük finans şirketi olan Citigroup’u ortak alan Akbank’ta da soruluyordur. Citigroup ABD’de hüküm süren mali krizde büyük zararlar yazdı. Hisseleri bir yılda yüzde 54 değer kaybetti. Yeni CEO Vikram Pandit, Citigroup’u bölüp yan işlerini satmak için hissedarların baskısı altında.
Akbank hisselerini satıp kâr hanesine çabuk birkaç milyar dolar ilave eder mi? Eğer cevap “evet” ise Sabancı ailesi hisseleri geri alır mı (en olası ihtimal budur), yoksa “kime satarsan sat” mı der?
Türk Telekom hisselerinin yüzde 51’inin sahibi Saudi Oger, onun da sahibi Lübnanlı bir ailedir. Kısa bir süre önce bu hisselerin üçte birinin Suudi kraliyet ailesinin kontrolündeki Saudi Telekom’a (STC) satılacağı açıklandı. Birkaç yıl içinde kontrol STC’ye geçer mi?
Dünya değişti
Akbank, Garanti, Türk Telekom gibi şirketler kurulduklarında Türkiye kapalı bir ekonomiydi. Cebinizde birkaç dolar bulunsa kendinizi hapiste bulurdunuz. Gümrüklerde bavullar didik didik aranırdı. Viski altın değerindeydi. Yazın bira darlığı yaşanırdı. Evinize telefon taktırmak için on yıl beklemek anormal değildi. Kaş’tan Mersin’e güney sahillerinde üç dört otel ya vardı ya yoktu.
Dünya çok çabuk değişti, Türkiye’yi de çok çabuk değiştirdi. Ve, istese de istemese de değiştirmeye devam edecek. Eskiden Everest gibi “taşınmaz” olan şirketler Boğaz yalısı gibi el değiştiriyor.
Tarikatlardan barikatlar kurarak, tesettürle tel örgü örerek bu gelişme engellenebilir mi?
Belki evet, belki hayır.
Not: Üç günlüğüne köşemden ayrılacağım. Bundan sonraki yazım 27 Nisan Pazar günü yayımlanacak.
Hoşça kalın.