Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Soru: Adı olan mı olmayan mı inekler daha fazla süt verir? Cevap: Adı olanlar.
Soru: Bir insanın kafasını kırmak için eğer bir litrelik standart bir bira şişesi kullanılacaksa, dolu mu boş mu şişe daha iyi sonuç verir?
Cevap: Dolu bira şişesi 30 J darbe düzeyinde, boş şişe ise 40 J darbe düzeyinde kırılır. Ama her ikisi de insan kafatasının asgari kırılma eşiğinin üstündedir, bir insanın kafasını kırmaya yeter.
Birinci sorunun cevabını, İngiltere’nin Newcastle Üniversitesi’ndeki iki bilim adamının yaptığı araştırmaya borçluyuz. İkincisinin cevabını ise İsviçre Bern Üniversitesi’ndeki üç bilim adamının deneylerine.
Her iki araştırmayı da, Financial Times’ta okuduğum bir yazının ardından, Improbable Research adlı tadına doyulmayan bir sitede buldum. (http://improbable.com)
“Uzak İhtimal Araştırma” anlamına gelen Improbable Research aynı adı taşıyan bilimsel bir kuruluş. Bilim insanları tarafından araştırılmaları uzak ihtimal olan konularda yapılan araştırmaları topluyor, her yıl iyiye “Ig Nobel” ödülü veriyor.
“Önce güldüren sonra düşündüren” araştırmalar “uzak ihtimal araştırma” sayılıyor.
İşte size olağanüstü ihtimal dışı görünen ama işadamları ile kelle avcılarına çok ilginç gelecek bir bulgu. İtalya’nın Catania Üniversitesi’nde çalışan üç profesörün matematiksel olarak kanıtladığı ve Management Ig Nobel’ini alan araştırma. Çalışanların ehliyete göre değil, rasgele terfi ettirilmeleri kuruluşların daha verimli çalışması sonucunu verir.

Rasgele veya kurayla terfi
Bu bulgu, Kanadalı psikolog Laurence J. Peter’in 1960’larda ortaya attığı bir prensibe dayanıyor. Buna göre, herhangi bir hiyerarşik kuruluşa giren bir insan azami beceriksizlik düzeyini yakalayıncaya kadar terfi basmaklarını tırmanacaktır. Herkesin en beceriksiz olduğu düzeye ulaştığı bir kuruluş etkin olamaz. Bunu önlemenin yolu terfileri ya rasgele yapmak ya da en iyi ile en kötüler arasında kimin bir üst mevkie yükseleceğini kura gibi yöntemlerle belirlemektir.
“Ne kadar saçma” demeden önce aslında gelişigüzelliğin terfilerde ne kadar etkin olabileceğine dair başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. 1963’te Kıbrıs’ta toplumlar arası çatışmalar patlak verdiğinde Ankara, Türkiye’deki Kıbrıslı üniversite öğrencilerini askeri eğitimden geçirip gizlice adaya çıkarmaya başladı. Ben ilk gruptaydım. Otuz kişi kadardık.
Eğitimden geçerken aramızda kimlerin komuta mevkiine getirileceğini tartışıp duruyorduk. Yola çıkacağımız gün komutan hepimizi boy sırasına göre yan yana dizdi. “Bir” dedi, elini sıra başında duran en uzunun omzuna koyarak, “Sen çavuş oldun.” Saymaya devam etti. Onuncuya gelince “Sen onbaşısın” dedi ve bütün tayinleri bu şekilde yaptı.
Sistem gayet iyi işledi. Hepimiz üniversite öğrencisi, aşağı yukarı aynı yaşlarda ve eşit askeri eğitime sahiptik. Bunu hem biz, hem çavuş ve onbaşılar bildiği için işler asgari emir kumanda ıstırabı içinde, gayet iyi yürüdü.
Ta ki ben bizim manganın onbaşısını vuruncaya kadar. Ama o başka bir günün hikâyesi.
Sherlock Holmes doğruyu söyledi. “İmkânsızı bertaraf ettikten sonra geriye kalan her şey, ne kadar ihtimal dışı görünürse görünsün, gerçek olmalıdır.”

Haberin Devamı

Önce gül sonra düşün

Haberin Devamı

2009’da Kamu Sağlığı ödülünü alan Dr. Elena Bodnar icadını Nobel ödüllü Wolfgang Ketter’le (sol), Orhan Pamuk ve Paul Krugman’a (sağ) gösteriyor: Acil durumlarda çarçabuk koruyucu iki maske haline gelen bir sutyen. Sutyen sahibi maskelerin birini kullanırken diğerini ihtiyaç sahibi herhangi birine veriyor.