Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen gün akşam serinliğinde balkonda kitap okurken Sara çıkageldi. “Annie’nin adının Annie Beyaz Pati olduğunu biliyor muydun?” Annie altı yıllık kedimiz. Adını, çocukların çok sevdiği bir dansçıdan aldı.
“Hayır” dedim. “İlk defa duyuyorum.”
“Dört beyaz patisi olduğu için. Az önce onu görmeliydin. Beyaz patileriyle garaj kapısının üzerindeki ince demirin üzerinde cambaz gibi yürüdü. Kraliçe gibi. Yavaş yavaş. Tam adı Annie Beyaz Pati Münir.”
Çocuklar küçükken söyledikleri acayiplikleri ara sıra bir deftere kaydederdim.  Aklıma on sene önce bir mart günü geldi. Öğleye doğru odamda yazı yazıyordum. Merdivenlerde Sara’nın ayak seslerini duydum. Daha üç yaşında bile olmadığı için cam kapının koluna yetişemiyordu. Yüzünden bana bir şeyler söylemeye geldiğini anladım.
Kalkıp kapıyı açtım, onu kucağıma aldım.
“Kulağımda bir büyücü var” dedi. “Kahverengi ve yeşil bir büyücü.” Bu tür beyanlara gülmemek konusunda karımdan tembihliydim.
Eşim anneliğe hazırlanırken okuduğu (ve bazı bölümlerini bana da okuttuğu) The Magic Years (Büyülü Yıllar-Selma H. Fraiberg) adlı kitaptan çok etkilenmişti. Kitap çocukların realite anlayışının nasıl geliştiğine dairdi.
Küçüklerde gerçek ve fantezi, yetişkinlerde olduğu gibi birbirinden ayrılmış değil, iç içedir. Bilgi edinme ve mantıki düşünme süreci tamamlanmadan önce yaşadığı “büyülü yıllar”da çocukların fantezileri gerçek kadar canlıdır.
“Yatağımın altında gülümseyen bir kaplan var” diyen çocuk için (kitapta böyle bir çocuk var) kaplan yatak kadar gerçek bir varlıktır. Bu sözleri söyleyen çocuk gerçekten odasını yetişkinlerin görmedikleri, daha doğrusu, görmeyi çoktan unuttukları, gülümseyen bir yaratıkla paylaşıyor.
“Hadi ordan” dememek, çocuğu ciddiye almak gerekir. Aynı şekilde, genel bir hataya düşüp bu tür şeyleri söyleyen çocukları yalancılıkla suçlamamak da gerekir. Gelgelelim, karım konuyla ilgili brifinginde kızımızın kulağının bir büyücü tarafından istila edilmesi halinde alınacak önlemler konusuna girmemişti.
“Bakalım bakalım şu kulağa.” Eğilip dikkatle kulağını inceledim.
“Bir şey görmüyorum” dedim.
“Kulağımda büyücü var!”
Sara, annesinin karnından kararlı ve inatçı doğdu. Kulağımda büyücü var diyorsa kulağında büyücü vardır. Bu gibi durumlarda onu annesiyle bir araya getirmenin en iyi politika olduğunu tecrübeyle biliyordum.
“Annene söyleyelim” dedim.
Merdivenlerden inip mutfağa yürüdük.
“Kulağımda büyücü var” dedi kız annesine.
“Kahverengi ve yeşil bir büyücü” diye tamamladım.
“Onu ordan alıp atayım mı?” diye sordu eşim, işi full-time kulaktan büyücü çıkarmak olan kıdemli bir uzman soğukkanlılığıyla.
“At” dedi Sara.
Eşim sağ elinin başparmağı ile işaretparmağını birleştirip çocuğun kulağına götürdü ve ani bir cımbız hareketiyle “büyücü”yü söküp aldı.
“Gitti şimdi” dedi.
Sara’yı yere bıraktım ve “eyvah” diye bağırarak yere yıkıldım ve ezan okuyan bir müezzin gibi sağ elimle kulağımı kapatarak, “Şimdi de benim kulağıma geldi” diye inledim.
“Şaklabanlığı bırak” dedi karım.
Bıraktım mı, hatırlamıyorum. Sara geçenlerde 13 yaşına bastı. Umarım her zaman yatağının altında gülümseyen bir kaplan bulunur.