Global finans krizinin öğrettiği derslerden biri büyüyen bir ekonomiyi idare etmenin bazen kriz içinde olan bir ekonomiyi kurtarmaktan zor olduğudur.
Ekonomi güçlük içinde iken herkesin gözü hükümetin üstündedir. Sorunlar nispeten şeffaf bir ortamda tartışılır. Önlem alınması için rasyonel bir ortam oluşur. Toplumun birçok yerinden feryatlar yükselse de herkes yüreğinde kemer sıkmadan başka bir yol olmadığını bilir.
Ekonomi büyür, işler iyi giderken durum çok farklıdır. Hata yapmak için geniş alanlar ortaya çıkar. Gözler nöbeti biten askerler gibi gevşer. Herkes hayatının tadını çıkarmaya, para kazanmaya bakar. Zenginlik başa vurmaya başlar. Büyük çıkar çevreleri politikacıları manipüle etmeye, politikacılar da “herkes zengin oluyor ben niye olmayayım” diye düşünmeye başlar.
Bir zamanlar herkesin gıpta ile izlediği İrlanda’da olan budur. Zenginliğin başa vurması.
İrlanda 1980’lerde Batı Avrupa zenginlerinin en yoksulu idi. Sonra siyasi partiler, işveren ve işçi sendikaları ve hatta kilise, ulusal bir kalkınma programı üzerinde anlaştı. Ülke akıllı politikalarla çok uluslu şirketler için cazibe merkezi haline getirildi, yabancı sermaye kaldıraç gibi kullanılarak üçüncü dünyadan birinci dünyaya terfi edildi.
1990 ila 2007 arasında ekonomi yılda ortalama 6,5 oranında büyüdü.
İrlanda’nın çekici olmasının en büyük nedenlerinden biri şirketlere uygulanan kurumlar vergisinin diğer gelişmiş ülkelere nazaran olağanüstü düşük olmasıdır. ABD’de yüzde 39, Japonya’da yüzde 41, Almanya’da yüzde 32 olan kurumlar vergisi İrlanda’da yüzde 12,50’dir.
Kalifiye iş gücü deposu
Diğer vergi kolaylıklarıyla desteklenen bu avantaj İngilizce konuşan iyi eğitilmiş bir işgücü, yatırımcı dostu bürokrasi ve kara Avrupa’sına yakınlık ile birleşince İrlanda’yı dünyanın en çok yabancı sermaye çeken ülkelerinden biri yaptı.
Halen bine yakın çok uluslu şirket İrlanda’yı üretim üssü olarak kullanıyor. (Bu sayı bizde yüzü bulmaz.)
Kalkınmakta olan ülkeler arasında en zengin kalifiye iş gücü deposuna sahip ülke İrlanda’dır.
Bu büyümenin bir yerinde, muhtemelen sekiz-dokuz yıl önce, hükümet rehavetle yanlış kararlar almaya başladı. Gelir vergileri indirildi, siyasileri cömertçe besleyen inşaat sektörünü mutlu etmek için konut sektörünü teşvik eden kararlar alındı. İnşaat sektörü balon gibi şişmeye başladı.
Bankalar konutçuları finanse etmek için dışarıdan olağanüstü miktarlarda borçlanmaya başladılar.
Global krizden sonra inşaat sektörü çökünce müteahhitler ve ev satın alanlar bankalara olan borçlarını ödeyemedi.
Avrupa Birliği, İrlanda için 85 milyar euro’luk bir kurtarma paketi ayarladı. Aslında kurtarılan İrlanda değil İrlanda bankalarına yüz milyarlarca euro kredi açmış olan Alman, İngiliz vesaire bankaları idi. Hırsız politikacılar, açgözlü bankacılar, doymak bilmeyen bir inşaat sektörü ve basit bir felaket formülü: Politikacıların ebeliğinde müteahhitlerin bankaları, bankaların İrlanda’yı batırması.
Bana bilmediğim bir şey söyle, diyeceksiniz.
Şimdi ne olacak?
İrlanda’nın itibarı ve kendine güveni büyük bir darbe aldı. Ama ülke yabancı sermaye için cazibe merkezi olmaya devam ediyor. İhracata dayalı olan reel ekonomi fazla etkilenmedi. Ekonominin bu yıl yüzde beş civarında büyümesi beklenmekte.
Asıl sual İrlanda’ya ne olacağı değil, durumu İrlanda’dan pek farklı olmayan Portekiz ve İspanya’ya ne olacağı, Avrupa’da dominoların nereye kadar düşmeye devam edeceğidir.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024