Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hayatımda iki nükleer dönem var. 2006’ya kadar nükleer karşıtı idim. 2006’da İngiliz bilimadamı James Lovelock’un yazdığı The Revenge of Gaia (Gaia’nın İntikamı) adlı kitabı okudum ve nükleer taraftarı oldum.
Lovelock Gaia Teorisi ile ün kazanan, çevreciliğin en ünlü kişilerinden biridir.
Gaia Teorisi’ne göre, dünya, üzerinde yaşayan bütün canlıların meydana getirdiği, her şeyin birbirine bağlı olduğu bir organizmadır. Lovelock’un Gaia adını verdiği bu organizmanın amacı hayat için ideal koşulların sürekliliğini sağlamaktır.
Lovelock’un kitabının konusu küresel ısınmadır. Isınma dünyadaki hayatı tehdit ediyor. Küresel ısınma artmaya devam ederse meydana gelen iklim değişikliği insanlığın sonunu getirecek.
Isınmanın en önemli nedeni yaktığımız kömür, petrol ve doğalgazın atmosfere püskürttüğü karbon dioksit ve metan gazlarıdır.
Felaketi önlemek için bunu acilen azaltmak durumundayız. Rüzgâr, güneş ve akarsulardan elde edilen temiz veya yenilenebilir enerjiler kömür ve petrolün yerini dolduramaz. Rüzgâr türbinleri, örneğin, günde ortalama altı saat faaldir. Güneş enerjisini bugünkü teknolojilerle ekonomik olarak kullanmak mümkün değildir.

Dezavantajları olabilir
Lovelock’a göre, karbon salınımını süratle ve anlamlı bir şekilde azaltmanın tek çaresi nükleer enerjidir. Kömür petrol ve diğer kirli yakıtları kullanarak bir yılda yarattığımız karbon dioksit 27 milyar tondur, diye hesaplıyor Lovelock.
Dondurulabilse, bu karbon dioksit her yıl iki kilometre yüksekliğinde, çevresi 20 kilometre olan bir dağ meydana getirirdi. Aynı miktar enerji nükleer kullanarak sağlansaydı ortaya çıkan atık bunun iki milyon kere daha azı olurdu. Ve sadece on altı metre küp büyüklüğünde bir “dağ” meydana getirirdi.
Nükleer enerjinin dezavantajları olabilir. Ama küresel ısınmanın medeniyeti yok edeceğini düşünecek olursak bu dezavantajlarla yaşanmayacak kadar büyük değildir.
Küresel ısınma tehlikesi olmasaydı nükleer enerjiden vazgeçmek savunulabilirdi. Ama bu tehlike, en son Avustralya’daki sellerin de hatırlattığı gibi, var. Ve bu, bizi, biri felaket diğeri ideal olmayan iki seçenekle karşı karşıya bırakıyor: Küresel ısınma veya nükleer enerji. İkisinden birini seçmek zorundayız.
Ben nükleer enerjiyi seçiyorum.
Türkiye bağlamında bu seçim doğru mu?
Hükümetin seçtiği yol yanlıştır. Enerji Bakanlığı yasal ve kurumsal altyapı hazır olmadan Türkiye’yi nükleer enerjiye sokmak hevesinde. En ekonomik ve güvenli santral seçimini sağlayacak bir ihale yapmak yerine kontratı Ruslara hediye etmeyi tercih etti. Sakat başlayan bir işi sakat bir şekilde götürmeye devam ediyor.
Japonya’daki nükleer felaket bile hükümete ders olmadı. Erdoğan, gelecek ay, inşaat izni alınmamış hatta yer etütleri yapılmamış ve nereye kondurulacağı kararlaştırılmamış tesisin temelini atacak.
Ne yazık ki, ne medya ne de muhalefet AKP’yi doğru yola getirecek bilgi ve enerjiye sahip değil. Onun için, Türkiye’de nükleere karşı olanları anlıyorum. Korkularında haklıdırlar. Bu kafa ile yola devam etmek felaket getirebilir.
Geçenlerde Japonya’daki depremle ilgili bir yazıda okudum. Radyoaktivite üzerine yaptığı çalışmalarla iki defa Nobel ödülü kazanan Marie Curie (1864-1934) “Dünyada korkulacak şeyler yoktur, anlamaya çalışılacak şeyler vardır” demiş.
Yanlış. Bizimkiler ne korkuyor ne de anlamaya çalışıyor. İşte bundan korkulur.