Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Leonard Lauder dünyanın en büyük kozmetik şirketlerinden biri olan Estée Lauder’in en büyük hissedarıdır.
Annesinin 1946’da kurduğu şirketi 1958’de devraldığında satışları bir milyon doların altında idi ve tek bir ülkede tek bir marka ile çalışıyordu. Bugün ürünleri 140 ülkede satılıyor, marka sayısı 29’a, cirosu beş milyar dolara yükseldi. Unilever ve Proctor & Gamble gibi daha alt gelir tabakalarına hitap eden şirketlerin ardından dünyanın beşinci en büyük kozmetik şirketi.
Şirketin başarısı Lauder’i dünyanın en zengin kişilerinden biri yaptı. Forbes’a göre 4,2 milyar dolarlık serveti var ve dünyanın 212’nci en zengin kişisi.
Lauder kısa bir süre önce yönetimi oğluna devretti ama 77 yaşında olmasına rağmen elini işten tamamen çekmiş değil. (Yeryüzünde şirketini çocuğuna devredip elini işten tamamen çekmiş işadamı var mı ki, diyeceksiniz.)
Geçenlerde Financial Times’ın moda editörü Venessa Friedman ile öğle yemeğinde buluşan Lauder, Estée Lauder’i pederşahi bir şirket olarak tanımladı. “Şirket olarak pederşahi olmakta bir sorun görmüyorum” dedi. “Biz çok pederşahiyiz. Çok iyi bir sağlık planımız var, insanlara iyi bakarız.”
Ve bir örnek verdi:
“Kıdemli satış elemanlarımızdan biri kansere yakalandı. Doktoru ölebilirsin demiş. Telefonda hıçkırıyordu. Tanıdığım bir doktordan ona randevu aldım. Sekreterim limuzinimle onu aldı, muayeneye götürdü. Bugün yaşıyor ve sağlığı yerinde.”
Bunları anlattıktan sonra Lauder Friedman’a pederşahi bir bakış fırlatarak bizde pek çok zengin işadamının farkında olmadığı veya anlamak istemediği bir gerçeği açıkladı.
“Sizin için çalışan insanlar ne kadar başarılı olmanızı isterlerse o kadar başarılısınız.”

On milyonlarca dolar harcandı
Turizm sektöründe çalışan kızım Ayşe ekonomik krizde işini kaybetti ve uzun süre işsiz kaldı. Üç ay kadar önce beni sevinçle arayarak iş bulduğunu haber verdi. Kısa bir süre sonra açılacak lüks bir butik otelde çalışmaya başlayacaktı. Otelin sahibi parasını başka bir sektörde kazanmış eski ve ünlü bir oteli satın alıp yıkarak yeniden yaptırmıştı.
Kızımın sevinci aybaşına kadar sürdü. Maaşının bir kısmını bordrodan bir kısmını elden verdiler. Sosyal sigorta ve vergisi de eksik yattı.
Patronlar daha siftah yapmada, lüks fiyatlar ödeyecek müşterilerine hizmet edecek çalışanlarından, Maliye’den ve Sosyal Sigortalar’dan çalmaya başlamışlardı.
On milyonlarca dolar harcamışlardı otel için. En pahalı mimarları ve iç dekoratörleri ile çalışmışlardı. Ama çalışanlara, yani güçsüz olanlara gelince, onların iki kuruşunu çalmakta bir sorun görmüyorlardı.

Nasıl insandı bunlar?
Türkiye’nin geri kalmışlığında çalışanların ve devletin hakkından çalınan paraların acaba ne kadar rolü vardı? Hak çalmanın verimlilik üzerindeki olumsuz etkisi ne idi? İşyerlerindeki vandalizmin, verimsizliğin, özensizliğin, iş asmaların, moralsizliğin asık suratlılığın ne kadarı bu hırsızlıklara atfedilebilirdi?
Yoksa ben yanlış mı düşünüyordum? Çalışanlardan çala çala mı zengin olunuyordu?
Ama bu doğru olamaz. Doğru olsaydı Leonard Lauder gibi çok zengini olurdu Türkiye’nin. Ve Estée Lauder gibi markaları.
Bordro numaraları yapan, devletten çalan bir otelin bir Four Seasons olması mümkün mü?
Ahlaksızlık üzerine en çok ne kurulabilir?
Ayşe patronun oğluna gidip “maaşımın tamamını bordroda gösterilmesini istiyorum” deyince tartışma çıktı. İstifa edip işten ayrıldı. “İyi yaptın” dedim. “Zaten seni atacaklardı.”